Siyasi bulutlar
Posted: 30 Aralık 2015 Çarşamba by bülent usta in
0
Bulutsu biri olmak zor, biraz
rüzgâr esmeye görsün, dağılıp gidiyorsun. Ama bir bulutun toparlanması da
dağılması kadar kolay, üstelik kırılmaz, çürümez… Belki bu sayede hayatta
kalmayı başarıyoruzdur, bu ülkede hiç eksik olmayan fırtınalara rağmen. Aslında
kalmıyoruz, eksile eksile gökyüzünde giden bir bulut gibi, bir bakmışsın güneş…
Küçük Prenses diye seslendiğim, sokaklarda kâğıt mendil satan küçük kız, başını
defterime uzatmış “bulut” sözcüğünü heceleyerek okuyor. Her gün, okuyabildiği
beş sözcükten sonra bir mendil alıyorum çünkü. “Bulutu okumak kolay tabii, hadi
bir de şunu oku bakalım” diyerek “barış” sözcüğünü yazıyorum deftere. Okuyor
hemen, “barış” derken “ş”yi uzattıkça uzatıyor, “Çok kolaymış” diyor sonra da
bilmiş bilmiş. Ah görmeniz lazım, öyle sevimli ki… Diyorum ki, “Sana kolay, bu
ülkede okunması en zor, okunsa bile anlaşılması mümkün olmayan sayılı
sözcüklerden biri.” Anlamıyor tabii ne demek istediğimi, nasıl anlasın... Yani
o daha gerçek bir hayat yaşıyor, sokağı sokak gibi, kediyi kedi gibi, bulutu
bulut gibi… Thomas Bernhard, “Yetişkinler sadece hayal dünyasında yaşarlar,
çocukların hayatı ise gerçektir” demişti ya bir söyleşisinde…
Aklıma, Suriyeli mülteci bir
kız çocuğunun, asfalt yolun üzerinde Danimarkalı bir polisle oyun oynadığı o
sahne geliyor. Gerçek hayat, tam da böyle bulutsu bir şey işte, oyun oynayan o
çocuğun başına yolculuğu boyunca kim bilir neler gelmiş, ne korkunç şeylere
tanık olmuştu evini terk ederken. Ama işte şimdi oyun oynarken her şeyi unutmuş
gibi gülüyordu, gerçekte unutmamış ve belki de hiçbir zaman unutamayacak olsa
da… Sonra Cizre geliyor aklıma, öldürülen, yaralanan, aç susuz bırakılan
çocuklar… Herkes olup biteni okudu, dinledi, gördü… Duras’ın senaryosunu
yazdığı “Hiroşima Sevgilim”deki “Sen hiçbir şey görmedin Hiroşima’da, hiç!”
repliğini hatırlıyorum sonra. Bir rüzgâr esiyor ve dağılıyorum oturduğum
masada. Bir bulutun kendisinden ve diğer bulutlardan başka tutunacak bir şeyi
yoktur. Artık sonbahar geldiği için denizin üzeri bulutlarla kaplı, rüzgâra
kapılmış üzerimden geçiyorlar, belki de rüzgâra onlar yön veriyorlardır diye
düşünüyorum. Küçük Prenses çoktan gitmiş, rüzgârın uçurduğu bir bulut gibi,
sokak sokak dolaşıyor mendil satarak… Geçim derdi… Hüzünlü şeyler yazmayacağım
diye kendime söz vermiştim, bırakıyorum hemen kalemi elimden. Eğer yazmaya
devam edersem, hüzünlü bir bulut olacağım, yazdığım sözcükler yetmeyecek. Ama
gördüğüm ve okuduklarımdan anladığım bir şey var ki, en çok canımı o sıkıyor.
“Hiroşima Sevgilim”deki adamın dediği gibi, hiçbir şeyi gördüğümüz, anladığımız
yok. Gerçekte neler oluyor hiç bilmiyoruz, bilemeyeceğiz, çünkü
şartlandırılmışız, beynimizde gerçekliği değiştirerek yorumlayan ideolojik
makineler var, hayata çıplak gözlerle bakma becerimizi, büyüdükçe, düzenin
çarklarında şekillendikçe yitirmişiz. Eğer bir adamı, sırf yöresel kıyafet
giyip fotoğraf çektirdi diye yüzlerce kişi çocuklarının yanında dövüyor,
meydana getirip döve döve Atatürk büstünü öptürüyorsa… Ve bunu yapanlar,
kendilerini masum ve kahraman olarak görüyorlarsa…
Sevdiklerini düşündükleri
Atatürk’e bile, böyle yaparak hakaret ettiklerinden habersizlerse… O
insanların, tabuttan kürsü yapan politikacılara oy vermesinden daha doğal ne
olabilir ki?.. Çünkü o politikacılar, bu insanların beyinlerindeki ideolojik
makinelerin nasıl çalıştığını gayet iyi biliyorlar, öyle oy topluyorlar, öyle
savaş çıkartıyorlar, öyle linç çeteleri yaratıyorlar. Ve bu yüzden edebiyata,
sanata, fikir özgürlüğüne düşmanlar; o ideolojik makineler bozulur çalışmazsa,
sonlarının geleceğini biliyorlar çünkü…
Paul Nizan’ın “Fesat” adlı
romanında “Gençler pek ender sözünü etseler de, sözünü etmekten utansalar da,
ölümü herkesten daha fazla ve sabırla düşünürler” diye yazdığı gibi, eskiden
bütün bu olup bitenlerin başka bir ağırlığı olurdu üzerimde. Şimdi daha çok o
oyun oynayan Suriyeli mülteci kız çocuğu gibi, acıya ve umutsuzluğa teslim
olmadan, çıplak gözlerle hayata bakmanın ve hayata düşman o ideolojik
makineleri bozacak düşüncelerin derdindeyim. Turgut Uyar’ın şiirinden geçen
bulutlar geliyor aklıma, “Benim saadetim kolaydır; / Bulutlar ve ağlamak varken. / Geniş
vitrinler, canlı dudaklar, eller / Daracık sokaklarda bir iki adam… / Hem bir
şarkımız var söylenecek. / Hem vakit erken…”
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 16 Eylül 2015)