Vapurda mektup
Posted: 30 Aralık 2015 Çarşamba by bülent usta in
0
Sabah evden çıkarken posta kutumda bir mektup vardı. Zarfıyla
faturalardan ayrılıyordu hemen, sanki her an uçacakmış, tesadüfen buraya konmuş
gibi tedirgin. Gönderen kısmına baktım. Diyarbakır’dandı… Geç kaldığım için
mektubu vapurda okumaya karar verdim. E-posta atmak yerine, mektup yazmış
olmasının bir anlamı olmalıydı. Soğuk ve puslu bir hava vardı, kar yağışına
hazırlanan…
Vapur, iskeleden hareket ettiğinde açtım zarfı. Şöyle başlıyordu
mektup: “Neden bilmiyorum, bu mektubu sabah vapurda okuyacağını hayal ederek
yazıyorum. Belki de konuşmalarımız bende hep bir vapur yolculuğu hissiyatı
uyandırdığı içindir.” Onun hayal ettiği gibi mektubu vapurda okuyor olmam,
sanki okuduğum mektubu “yazılmış” değil, hâlihazırda “yazılan” bir şeye
dönüştürmüştü, yazılırken okunan bir mektup… “Tahmin edersin ki, burada en çok
ölümü düşünüyorum. Her ölümden sonra, kendi yaşamımın da bir parçası ölüyor,
bunu hissedebiliyorum. Umutsuz şeyler düşündüğüm için bana kızma, ölümü
düşünürken umutsuz değilim hiç. Tekrarlanan bir şey ölüm, devletin çarkları
dönüyor sürekli öğütmek istercesine bu topraklara dair ne varsa. Bütün mesele,
ruhumuzu o çarklara kaptırmamak. Şiirlerini çok sevdiğin Turgut Uyar’ın
dizeleriyle söylersem, ‘Bilinmemiş bir yıldızın ilk yolcusu’ olmayı tercih
ederim, ‘Kuşlar göklerimizde kanunla uçacaksa…’ Sana bu mektubu yazarken,
Stefan Zweig’ın mektuplarından oluşan eski bir kitap duruyor masamda. 1964’te
basılmış. 28 Aralık 1941 tarihli mektupta şöyle yazmış Zweig: ‘Savaş
dolayısıyla mektupların —hele vapurla gelenlerin— gecikmesinden korkuyorum.
Fakat umarım ki, hiç değilse bu mektubu Noel’e kadar almış olursun. Barışı
seven bizler için hüzün verici bir Noel. Önümüzdeki yıllardan pek fazla bir şey
beklememeliyiz. Zira daha nice şey tahrip edilecek… Hitler’in eninde sonunda
yok edilmesinden sonra da dünyamızın sorunları olacak, yeni bir yol bulmamız
gerekecek…’ Barışı seven bizler için hüzün verici… Yıllar geçiyor, 28 Aralık’ın
1941’inden 2015’in 28 Aralık’ına… Aynı kaygılar… Kim bilir daha nasıl
tahribatlar bekliyor bizleri… ‘Önümüzdeki yıllardan bir şey beklememeliyiz’
sözünü düşünüyorum sürekli. Ben bir şey beklemiyorum artık. Peki ya sen?..
Oradan nasıl görünüyor gelecek günler?..”
Mektuba ara verip, puslu havada yol alan vapurun güvertesinden
ışıklarını yakmış gemilere baktım. Gelecek günlerin bu puslu havadan bir farkı
yoktu. Zweig’ın “yeni bir yol bulmamız gerekecek” sözünü düşündüm ben de. Barış
için çeşitli gruplar, partiler, aydınlar canla başla bir şeyler yapsalar da,
devletin ve medyanın dili, seçim zamanı yaşanan saldırılarla yürütülen sindirme
operasyonu ve psikolojik harpten sonra, mahallelere tankların girmesinin de önü
açılmıştı. Bölgesel denklemler, uluslararası aktörlerin çıkar hesapları ya da
ulusal güvenlikten bahsedip, çocukların öldürülmesi izah edilebilir miydi?
Korkunç şeyler yaşanıyordu orada ve o korkunç şeylere seyirci kalmak, yaşanan
tahribatı yıkılan o binalarla, ölümlerle sınırlı bırakmıyordu; toplumda da
kalıcı hasarlar bırakarak birlikte yaşama ümidi, genel olarak bütün ümitler
yıkıma uğruyordu.
Derin bir nefes alarak
mektuba geri döndüm: “İstanbul’u çok özledim. Birlikte gittiğimiz o çay
ocağında günün her saati uyuklarken gördüğümüz o sokak köpeğini ya da sabahları
gökyüzünü çığlığa boyayan martıları... Aslında yaşarken önemsizmiş gibi görünen
küçük detaylarla özleniyormuş bir şehir, bir insan… Ümit etmek, bazen
unutmayla, bazen de hatırlanan küçük şeylerle mümkünmüş…”
Mektubu okurken vapur
iskeleye yanaşıyordu. Neden bilmiyorum, deniz küçülmüş gibi görünmüştü gözüme
ve içimi saran bu üşüme... Her ölüm haberi, bu topluma, bu topraklarda yaşayan
herkese bir suçluluk… Vapurdan inip görüşme için çağrıldığım kafeye gidip
oturduğumda, sana bunları yazmak istedim, ama yazamadım. Yeni yıl için kafeye
asılmış süslere takıldı gözüm, her şey fazlasıyla huzurlu ve neşeli
görünüyordu. Bütün şehri, hatta bütün ülkeyi çepeçevre kuşatan bu ölümcül
sessizliğe rağmen… Geçip giden bu yılı, bir pencereyi kapatır gibi
kapatabilseydik… Kapanmıyor, kapanmayacak… Sonra sana şöyle şeyler yazmak
istedim: “Boşver sen onları, bunları, şunları… Biz seninle nehirleri anlatalım
hep çocuklara, martılara, kedilere, bulutlara… Bildiğimiz ne kadar güzel şey
varsa, o güzel şeyleri… Uğruna yaşadıklarımıza sığınarak. Ne olacaksa olacak.”
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 30 Aralık 2015)