Eve dönüş
Posted: 20 Ağustos 2015 Perşembe by bülent usta in
0
Seçimler
yaklaşırken yaşanan kışkırtmalar, yapılan saçma sapan açıklamalar, soykırımın
100. yılı vesilesiyle okuduğum yazılar, kitaplar ve daha bir dolu acı verici,
kafa karıştırıcı durum ve olaylar, 90’ların ortasında gecenin bir yarısı Ankara
Garı’nda yaşadığım bir ruh hâline götürdü beni. Gerilim dolu bir romanın kahramanlarından
biri gibiydim o gece; tuhaf bir aşk, karmaşık siyasi olaylar, öğrenci
yoksulluğu ve her şeyde derin bir anlam ve anlamsızlığın aynı anda var olduğu
çıkışsızlıklar içinde bunalmıştım. Yıllar sonra büyük bir keşif olarak okuduğum
Peter Najarian’ın “Son Ermeni” adlı romanındaki Aram gibi hissediyordum. O da
“eve gitmek istiyorum” diye tutturuyordu romanda, beş parasız Paris’e ulaşıp
istasyonda sabahladığı gece: “Canavar her yerdeydi. Yanımdan, çevremden,
içimden, birbirlerinin içinden yabancılar geçiyor, birbirlerine çarpıyor,
birbirlerinden kaçıyor, birbirlerine dokunuyor, dokunmaya korkuyor, itiyor,
kakıyor, nazikçe kapı açıyor, şapkalarını çıkarıyor, dişleri arasından
homurdanıyorlardı. Eve gitmek, banyo yapmak ve yatmak istiyordum. Sabah olunca
şarkı söyleyecek ve mutlu olacaktım. Şehir bas bas bağırıyordu. Hangi şehir?
Ben neredeydim? Zaten ne farkı vardı ki? Canavar asla gitmeyecekti. Ondan kaçış
yoktu. O öldürüyor, sakat bırakıyor, işkence yapıyordu ve sonsuza kadar
yaşayacaktı, asla ölmeyecekti... Geceleri... Ben onun nasıl göründüğünü
öğrenene, gözlerinin içine bakarak boğazını sıkıp onu öldürene, gömene ve
resmini avuçlarıma, kaderimin çizgileri arasına kazıyana dek...” Yıllar boyunca
o canavarın izini sürmüştüm ben de içimde ve dışımda ve tıpkı Aram gibi yorgun
düşmüştüm. Trenin kalkacağı saati bekliyordum, hava çok soğuktu ve bekleme
salonunda maviler içindeki bir kadın, elinde örgü şişleriyle mavi bir kazak
örerek kendi kendine konuşuyordu. Bekleme salonundaki televizyon ekranında,
çocukken izlemekten keyif aldığım, Angela Lansbury’nin detektif bir teyzeyi canlandırdığı
“Cinayet Dosyası” adlı dizi vardı. O an içinde olduğum gerilim romanından çıkıp
evde olmayı, annemin yaptığı çörekleri çaya banıp sevdiğim bu diziyi evde
izlediğimi hayal etmiştim. Sonra bu hayal, tren yolculuğumu Angela Lansbury ile
yapmaya ve onunla trenin penceresinden bakıp çayımızı yudumlaya yudumlaya olup
bitenleri değerlendiren bir sohbete dönüşmüştü. Onlarca sayfa süren sohbetin
sonunda, sanki evimdeki yatağımda uyur gibi Lansbury’nin dizinde uyumuş ve
trenden indiğim zaman, kafamı karıştıran sorunların çoğunu da çözmüştüm.
Didem Madak’ın
“Beni çöz Miss Marple / İçimden çıkmak istiyorum artık” dediği gibi, kötü
kurgulanmış bu berbat gerilim romanında olup bitenleri anlamaya çalışmaktan,
anladığım şeyleri yazıp konuşmaktan bunaldığım bugünlerde, o tren yolculuğuna
dönüp “Ne dersiniz Bayan Fletcher?” diye aklıma gelen her bir şeyi sorasım
geliyor. Cinayetlerin çözülmesini sadece katiller değil, çözülmesinin
yaratacağı sonuçlardan korkanlar da istemez dediğini duyar gibi oluyorum mesela.
Korku, insanları aptallaştırır, saçma sapan şeyler yaptırır. 1 Mayıs’a daha
günler varken, kanlı 1 Mayıs manşetleri atanların yaymak istedikleri korku,
yaşadıkları çaresizliğin dibini gösteriyor; bir şeylerin iktidardakiler için de
yolunda gitmediğini... “Ama” diyor Bayan Fletcher, “gerçekliğe sadece parmak
ucuyla dokunulduğu sürece, canavarın maskesi düşmez. Cılız vaazlarla dolu bu
havada, nasıl fırtına kopsun?” Öylesine bir soyutluk ile çevrelenmişiz ki,
Kraucer’in “Film Teorisi”nde yazdığı gibi, önce yaşadığımız dünyayı bulmamız
gerek, bize ait olan kayıp dünyayı. Aram’ın Paris’teki istasyonda “Eve dönmek
istiyorum!” diye attığı çığlık, yıllar sonra Ankara Garı’nda başka nasıl
duyulabilirdi ki?.. Dünyanın kayboluşunu, bütünlüklerin olmamasına bağlıyor Kraucer.
Bilinci inanç kıymıkları ile çeşitli faaliyetlerin toplamı olan, parçalar
hâlindeki bireyler, parçalar hâlindeki gerçeklikte kendilerine düşen rolü
oynadıkları için, canavarı bir bütün olarak göremezler, gerçekte canavarın kolu
bacağı olduklarını...
Bayan Fletcher’ın
dizine başımı koyup, bana, bütün kâtilleri şapşala çevirerek çözdüğü
cinayetlerin hikâyelerini anlatmasını istiyorum. Eve dönmek istiyorum...
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 22 Nisan 2015)