Kapa parantez
Posted: 20 Ağustos 2015 Perşembe by bülent usta in
0
Son zamanlarda, iktidar
yanlısı gazeteleri boş gözlerle okur oldum. Artık okuduklarıma öfkelenemiyorum
bile, o kadar mevzu ve dünya dışı geliyorlar ki... Dünya dışılıkları, elbette
bütün varoluşlarını manipüle ettikleri bir gerçekliğin üzerine inşa etmeleri. Bütün
tiranlar, “baştan çıkarmak” ve “tedirgin etmek” için mutlaka retorikçilere
ihtiyaç duyarlar ve bugün ülkemizde retorikçilik en şatafatlı günlerini
yaşıyor. Günümüzde ideoloji kavramının edebiyattan akademiye her yerde
kökünden sökülüp atılma
gayretinin neticesi bu durum. Paul Ricoeur’ün “Hafıza, Tarih, Unutuş” adlı
kitabında da yazdığı gibi, insanları manipülasyonlara açık hâle getirmenin
başka bir yolu da yok. “Artık sağ sol kalmadı” söylemi, bu ülkeyi yönetenlerin
de en sevdiği söylem oldu hep, bu yüzden. Ortak dünyayla bütünleşme etmeni olan
ideoloji olmaksızın, herkes iktidar tarafından kolayca manipüle edilebilir,
ediliyor. Ama sabit fikre dönüşmüş, sabit fikri iktidar olan ve iktidarın
etrafında dönen masumiyetini yitirmiş ideolojileri kastetmiyordu elbette Ricoeur.
Todorov’un “hafızaya el
konulması” olarak tanımladığı bu durum, tam da böyle sabit fikirler üreten
ideolojiler ve “şan şeref delisi” yönetimlerin beslediği retorikçilerle mümkün
oldu hep. “Şan şeref delisi” olmak için illa totaliter bir anlayışa sahip olmak
da gerekmiyor. Todorov’a göre, “Hafıza, coşkunun ya da öfkenin ellerine teslim
edilemeyecek kadar önemli bir mesele” ve bugün hafızamıza el koyan iktidarlar
yüzünden, beynimiz birer hamamböceğine dönüştü, dönüşüyor. Hayatın içindeki
göstermelik ve gerçek olan arasındaki ayrımı yitirişimiz de bu yüzden, içimizde
gittikçe büyüyen boşluğun içinde kayboluşumuz da... Victor Serge’nin “hamamböceği”
diye tanımladığı, insanın kafası içinde zikzaklar çizerek beynini kemiren
“sabit fikir”lerle dolup taşıyor her yer.
“İçerdekiler” romanında Victor
Serge, hücreye giren her mahkûma mutlaka bir sabit fikrin eşlik ettiğini, mahkûmların
o sabit fikirlerden kurtulmak için nasıl aptalca şeyler yaptıklarını uzun
uzadıya anlatıyor. Çünkü kafanızın içine bir kere “hamamböceği” girdi mi, onu
oradan çıkarmak pek güç ve bir süre sonra, beyniniz kocaman bir hamamböceğine
dönüşüyor. Mesela Kropotkin, kâğıtsız kalemsiz kapatıldığı hücrede, onu
delirtecek sabit fikrinden kurtulmak için her gün zihninde tasarladığı bir
günlük gazete çıkarırmış. Gazetenin başyazısını yazar, tek tek her habere,
makaleye başlıklar düşünür, satır satır onları zihninde düzelterek yayıma hazır
hâle getirirmiş. Kropotkin’in bunu yapıyor olması, başlı başına bir delilik olarak
da görülebilir belki. Sabaha karşı, uykusuzluktan ve yorgunluktan kıvranarak bu
yazıyı yazıyor oluşum da belki bir tür deliliktir. Sait Faik’in “yazmasam
delirirdim” demiş olması, aslında deli olduğunun bir ispatı değil mi? Aslında
hepimiz, hapishanelere kapatılmamış olsak da, Serge’nin bahsettiği o
mahkûmlardan değil miyiz, kapalı bir hücreye dönüşen bedenlerimiz içinde volta
atan... Sadece hafızamıza mı el koyuyor iktidarlar, cinsel arzularımıza kadar
her şeye el koyarak şekil vermelerine izin verdiğimiz sürece, içine
hapsolduğumuz hücreden dışarı çıkmamız mümkün değil. Hücrelerin duvarları,
utançla ve hasetle kalınlaştırılıyor bir yandan. Gezi’de biraz yüzümüş güneş
görmüş, ciğerlerimiz yana yana gerçek havayı solumuştuk oysa... Şimdi herkes
yeniden hücresine dönmüş, kendi sabit fikriyle meşgul olsa da, duvara kulağını
dayamış, dışarıdan işaret bekleyenler de var... Dışarıdan gelecek sesleri duymak
için, kulağımızı tıkayan hamamböceklerini temizlemekten başka da bir yol yok. Öldürülen
kadınların ve çocukların çığlıklarını engelleyecek bir duvar inşa edilemedi
henüz, hafızasına el konulmuş ve sabit fikirlerle kulakları tıkanmış
olanlarınki hariç...
Didem Madak’ın “Gece
açılıp gündüz kapanan bir parantez gibiydim” dediği gibi, sabah oldu, kapa
parantez...
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 11 Mart 2015)