Uzak görüşlü sular
Posted: 20 Ağustos 2015 Perşembe by bülent usta in
0
Havalar ısındıkça,
hafiflemek istiyor insan, ama gündem hiç de hafiflemeye müsait değil. Özellikle
sınırda mülteciler beklerken, kaçak saray kendi kendine yıkılıp yerine kocaman
bir orman bitiverse ne olur? Kırmızı çizgilerden ibaret siyasi partiler, en
muhteşem koalisyonu kursa, ya da iktidarın arzu ettiği gibi halk belirsizliklerden
bunalıp istikrar görünümlü dehşet dolu bir başka istikrarsızlığın tuzağına
düşse... Her şey daha beter olur elbette; tırlarla, uçaklarla kaçırılan
silahların gölgesinde mülteciler çoğaldıkça çoğalır, sınırlar açlık ve acıyla
görünmezleşir. Kurt Vonnegut’un bugünlerde April Yayıncılık tarafından yeniden
yayımlanan “Şampiyonların Kahvaltısı” adlı romanında yazdığı gibi dünyada
insanların çoğu robot belki de, robot olduklarının farkında olmayan
programlanmış robotlar. Belki de romandaki Trout haklı, “Fikirler yahut
yoklukları hastalığa yol açabilir!” diye bağırırken. Dünyayı hastalandıran
fikirler yahut yoklukları; insanları robotlaşmaya zorlayan, sonra da o
robotları bozup kısa devre yaptıran.
İçinde bulunduğumuz
zamanda, küçücük bir bilgi kırıntısı bütün dünyayı hızla dolaşabiliyorken,
insanların fikirlerinin bu kadar yavaş değişiyor olması, hele ki toplumların
her tür değişime filtre uygulayan yapısıdır belki de dünyayı ateşlendirip
hastalandıran. Gezi’nin etkisi, tıpkı uyuyan şu virüslere benziyor, bünyeye ilk
girdiğinde canlandırmış, sonra da uykuya yatınca bitti sanmıştı birileri. İçine
girdiği bünyeyi yavaş yavaş değiştirdiği, daha da değiştireceğini gördükçe,
Trout’a hak vermeden edemiyor insan. Metis’ten çıkan Jay Walljasper’ın
“Müştereklerimiz –Paylaştığımız Her Şey”de de böyle bir iyileştirici virüsten
bahsediliyor. Dünyayı hastalandıran şeyin tespitini yapıyor önce Walljasper;
“müşterekler” olarak tanımladığı, temiz su, yaban hayat, radyo dalgaları,
internet, sanatsal gelenekler, kamu sağlığı hizmetleri, parklar, bahçeler, yani
kısacası gökyüzü ya da deniz gibi gerçekte kimseye ait olmaması gereken, ortak bir
hayat kurmamızın alanı ve amacı olan her şeye, açgözlü birilerinin şahsi
amaçlar için el koymasının yaşadığımız gezegeni nasıl büyük bir felaketin
eşiğine getirdiğinden... Arendt, Walljasper’ın “müştereklerimiz” dediği şeyi,
“ortak dünyamız” olarak tanımlamıştı; küreselleşmenin insanları dünyasızlaştırılmasıyla
bir tüketim nesnesine dönüştürülen gezegenimize sahip çıkacak tek şeyin de
“dünya sevgisi” olduğunun altını çizerek. Suriyeli mültecilerin sınırda aç
susuz beklemesi, “ortak dünya”nın yokluğunun ispatı. “Ortak dünya”nın yokluğu, herkesin
birer mülteci, dünyanın da devasa bir toplama kampına dönüşmesiyle
sonuçlanacak.
Arendt, toplama
kamplarında insanların iyiyi kötüden ayırt etme yetilerini kaybetmelerinin hedeflendiğini
yazmıştı. Sorumlulukları, hayatta kalmak için kampın koşullarına uyum sağlamaktan
ibaretti ve böylelikle diğer insanlarla ortaklık duygusunu kaybedip kendilerini
köksüz ve amaçsız hissedecekler, derin bir yalnızlığın içine gömülüp totaliter
yönetimlerden medet umacaklardı. Günümüz insanının yaşadığı çelişkileri
özetleyen bir tarif. Walljasper’ın bahsettiği ve Gezi’de ete kemiğe bürünen
“müştereklerimiz”in yağmalanmasına karşı çıkmak ve “ortak dünyamız” için siyaset
yapmak, bizi bekleyen bu feci sonu engellemenin tek çaresi. Yoksa, derin bir yalnızlık
ve çaresizlik duyguları içinde, köksüz ve amaçsız hayaletlere ya da programlanmış
robotlara dönüşeceğiz.
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 17 Haziran 2015)