Milyon çay hüznü
Posted: 27 Ağustos 2015 Perşembe by bülent usta in
0
Deniz kenarında bulutları izleyebileceğim
bir açıklığa oturmuş, defterimi çıkarmış, gazete yazımı yazmaya koyulmuştum.
“Devlette siyasetin yerini polis ve asker gücü almışsa, muhtarların muhbir,
esnafın silahlı milis olması talep ediliyorsa, orada iktidarın siyasi meşruluğundan
bahsedilemez artık” diye yazmıştım ki, rüzgâr esip defterimin sayfalarını
karıştırdı, aklımı da… Bıkmadın mı dedim kendi kendime, bütün bu analizlerden,
herkes aynı şeyleri yazıp duruyor. Çünkü seyredenler ve ölenler var. Bizim
dışımızda olup bitiyor her şey. Yazmak elbette önemli, bütün bu analizler bir
farkındalığa varıyor. Peki ya sonra? Farkındalığa inanmayanlar, kendi
kafalarındaki kamplaşmaya göre düşüncelerini belirlemiş olanlar?.. Zaten bütün
bu çaresizliği onların çıkar hesapları beslemiyor mu? Ölenlerin yakınlarını
hedef gösteren manşetler atarak feryatlarını bastırmaya çalışanların çirkefliğiyle,
nasıl baş edebilir ki bir siyasi analiz?
Yağmur çiseleyince, defterimi, kalemimi çantama
koyup sokağıma gittim, çiftler birbirlerine sokulmuş hızlı hızlı yürüyorlardı,
saçak altları ise yalnızlara kalmıştı. Bir sokak ötede güneş parlarken,
bulunduğum sokağa iri yağmur taneleri düşüyordu, ülkenin bir tarafını savaş
bulutlarının kaplaması gibi. Bulutlara ve insanlara bakıyordum bir yandan,
birbirlerine ne kadar benzeseler de farklılıklarına ve geçip gidişlerine...
Bulutları yeterince izlesek, yani dünyadaki
herkes bir gününü bulutları izlemeye ayırsa, kim bilir neler değişecek. Yusuf
Atılgan’ın herkesin aynı anda sinema salonundan çıktığını hayal etmesinden daha
olası bir şey, ne var ki böyle bir şey hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Herkesin
çok daha önemli işleri var. Zihinsel etkinliği oluşturan enerji, doğadan uzak nasıl
harekete geçebilir ki?
“Bir birey, insani faaliyet alanlarından
birinde yoğun olarak çalışıyorsa, diğerlerinde salt alıcı konumundan öteye
geçemez” diyordu Kracauer. Bu da ister istemez
insanların “iç hayat”ına emek harcamasını zorlaştırıyor ve bir miskinlik
içinde kabullenmeye, önyargılara teslim olmaya itiyordu. Kim şimdi oturup bütün
gün bulutları izlerdi ki, dev ekranda yarışma ya da dizi izleyip zihin boşaltmak
varken. Zihinsel enerjiler heba oluyor, toplumun manipüle edilmesini önleyecek
zihinsel kalkan zayıfladıkça zayıflıyordu. Araştırma şirketlerinin her şeyi
öngörebilecekleri bir çağ…
Çay ocağının saçak altındaki masalarından
birine oturup defterime ikinci cümlemi yazdım: “Vatan toprağı şehit kanıyla
yoğrulacak deniyorsa, cenaze töreninde ölen askerin tabutu kürsü gibi
kullanılıyorsa, sivil bir yönetimden de bahsedilemez artık, militarist olmak
için üniforma giymek gerekmez.” Sivil bir yönetim, bir tek vatandaşının dahi burnu
kanamasın diye çabalar. Birden defterimin üzerine yağmur damlıyor, saçaktan
akacak yer bulmuş. Bir kedi tırmanıyor sonra kucağıma. Yan masada bir kadın,
kediye mi, bana mı gülümsüyor anlamıyorum. Yağmurdan kaçan bir çift geliyor
sonra, ihtiyar bir kadının poşetlerini taşımasına yardım ediyorlar. Çaycı,
çayımı tazelerken “Hüzün vermeyen çay bu” diye bir espri yapıyor, Turgut
Uyar’ın kitabını hediye etmiştim, okumuş… Hayat, tıpkı şu üzerimizdeki bulutlar
gibi akıp gidiyor. Rüzgârın bulutların yönünü tayin etmesi gibi, geçmiş her ne
kadar bugünümüzü belirlese de, insanın özgürlük tutkusu bulutlardan kendi rüzgârını
yapabilir, yapıyor...
İçtiğim çay hüzün yapmasa da, bu ülkenin
dertleri milyon çay hüznünde, iç iç bitmiyor. Yazıma geri dönüp, defterime
şunları yazıyorum:
“Tolstoy, halk hareketlerini yaratan
gücün, tarihsel sürece katılan bireylerin sayısız faaliyetinden oluştuğunu
söylemişti. Yani makro olayları mikro hadiselerine kadar takip ederek yazmıştı
eserlerini, gerçeğe ulaşmak için. Sadece gazetelerde yer alan haberlere bakarak
bile biriken sayısız öfkeyi görmek mümkün. Tuzukuru işbirlikçilere güvenerek
nereye kadar?..”
Yan masada konuşanlardan Hopa’da
yaşanan felaketi öğreniyorum, yüreğim içime akıyor. Turgut Uyar’ın “artık
hiçbir zaman iyi bir yağmur yağmayacak” dizesini hatırlıyorum o an. Sanki
hissetmiş gibi kucağımdaki kedi yağmura kaçıyor. Kapatıp defterimi, denize
doğru yürüyorum…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 26 Ağustos 2015)