Zor duyuş
Posted: 20 Ağustos 2015 Perşembe by bülent usta in
0
Sabaha karşı… Balkondaki yazı masamın
üzerinde uyuklayacakken, martılar coşkuya kapılmış koyveriyorlar çığlıklarını.
Bir an onlara bakıp gülümsesem de, tam bir gülümseme olmuyor. Çünkü biliyorum
ki birazdan haber ajanslarına yeni ölüm haberleri düşecek. Bazen çocukça da
olsa aynı sorular dönüp duruyor zihnimde. Bu kadar hesaplı kitaplı, satranç
oynar gibi hem içeride, hem dışarıda savaş çıkarmaya yönelik oyunlara kanacak
insan var mı? Var diyor içimden bir ses. I. Dünya Savaşı’ndan sonra, savaşın
topyekûn yıkıcılığına ve ölen milyonlarca insana rağmen yeni bir dünya savaşından
kaçamamıştı insanlar, kolayca kandırılmışlardı…
“Dünyadaki birçok bilgi ve deneyim niçin
yararlı, verimli olamıyor?” sorusunu Max Frisch, “Çünkü bu bilgiler kendine
yetiyor ancak ve başka şeylerle ilişkilendirilebilecek güce sahip değiller”
diyerek cevaplıyordu. O güç, “sevgi”den başka bir şey değildi Frisch’e göre. Daimi
âşık olmak gerekiyordu, yüzünü yıldızlara değil insana dönen… Marguerite Duras’ın
“Sevgili”deki “Yaşamı yaşamak zorunda bulunmanın temel utancı içinde bir
aradayız” sözünü hatırlıyorum sonra. Belki de yaşadığımız pek çok sorunun
temelinde bu utanç vardı, belki de sevmiyordu çoğunluk bu hayatı, yaşamak
zorunda olduğu için yaşıyordu. Sitüasyonistler, “hayatta kalma hastalığı” diye
tarif ediyorlardı bu zorunluluğu, köleliğin ve savaşların temel motivasyonu…
Sonra martıların güneşin doğuşunu
selamlayışına bakıp, hayatı bizlerden daha çok sevdiklerine inandım. Peki ben
seviyor muydum hayatı? Sabahın köründe insan bu soruyu kendine soruyorsa?.. Bazen
keşke Duras kadar karamsar olabilseydim diye düşünmeden edemiyorum. Seviyorum
çünkü onun karamsarlığındaki hakikat inancını, rahatlığı, içtenliği,
kavgacılığı… Savaş zenginlerine, çığırtkanlarına, kahramanlık taslayan
katillere bakıp, ölenlerin anneleri için Duras şöyle bağırırdı kesin:
“Annelerimize umutsuzluktan başka hiçbir şey bırakmamış olan sizlerden nefret
ediyoruz! Ölmenizi değil, yok olmanızı diliyoruz!” Ama onlar bizim yaşamdan ve
birbirimizden nefret eden umutsuz çocuklar olmamızı istiyorlar. İşte bu yüzden
sevgili martılar, çok istesem de umutsuz olmayı reddediyorum, çok
rahatlayacağımı bilsem de yaşamdan nefret edemiyorum. Duras, bütün bu acı dolu maskaralıklar
sona erdiğinde, karşımıza sadece korkudan yapılma boş kafalı adamlar çıkacağını
söyler, korkuyu üretme tarihinin bir şekilde mutlaka çökeceğini…
Yeter ki insanlar, haz-kaygı-doyumsuzluk
döngüsü içinde dünyayı yıkıma doğru sürükleyen bu sisteme uymaktan
vazgeçsinler. Sistemin onlara uymasını sağlayacak olan siyasetin Gezi’yle dönüşünü,
halkı kamplaştırmaya çalışarak önlemeye çalışıyorlardı, seçimlerden sonra da ülkeyi
90’lara döndürmek için çatışmaları körükleyerek…
Frisch’in günlüğüne yazdığı gibi, dalkavuklar
çoğunlukta olduklarını görecek olurlarsa, artık dalkavukluk yapmalarına gerek
kalmaz, kolektif saldırgana dönüşürler.
Birazdan ölüm haberleri ajanslara düşmeye
başlar… Zaten martılar da gitti… Turgut Uyar’ın “Umut kaçınılmaz gerçektir”
dizesini tekrarlayıp duruyorum, duymak bazen o kadar zor ki…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 12 Ağustos 2015)