Sahici hayal
Posted: 20 Ağustos 2015 Perşembe by bülent usta in
0
Yeni bir
balıkçılar kahvesi keşfettim. Salaş mı salaş, sevimli mi sevimli... Tesadüfen,
bir yerden bir yere koştururken gördüm. Yağmur yağıyordu ve hava çok soğuktu.
Hem çok özlemiştim balıkçı muhabbetini, sıkılmıştım entelektüellerden ve
onların şişmiş egolarından. Maç izliyordu balıkçılar. Ben de bir köşeye
yerleştim. Maçtan sonra başladı gırla muhabbet. Laf oraya nasıl geldi
hatırlamıyorum, balıkçılardan birisi “Cumhurbaşkanının istifa etme hakkı var,
vatandaşın neden istifa hakkı yok?” gibi bir şey söyledi. Geyiğine söylemişti
bu sözü belki ama, aklıma o an Blanchot’nun “Yüceler Yücesi” adlı romanındaki
“hizmet ettikleri şeylere ihanet eden memurlardan” bahsettiği bölüm geldi. Sen
yasaya bağlısındır ama yasa seni terk etmiştir. Yani başından beri terk
etmiştir aslında yasa. Bloch, “İzler”de yazmıştı, yasanın zengin olmaktan başka
bir şeyleri olmayanların, nedeni oldukları sefaletten fayda sağlamalarını,
hatta sefalet yaşayanların dualarını almalarını sağlayan bir şey olduğunu. Yoksulluk
kendi başına isyankâr değildir. Tutunabilecekleri hiçbir dala sahip değildir çünkü
yoksullar ve “üst tabakanın sınırsız aşağılamaları da fakir olmaktan başka bir
şeyi olmayanların hücrelerine nüfuz eder, hizada tutar onları” der Bloch. Açlık
mı? Bloch’a göre açlık, olsa olsa sadece yağmaya yol açar ve doyduğu hızla da
sakinleşir. Yasa, yoksulluğun kolay hizaya giren bu özelliğinden alır gücünü. İnsanları
güç arayışına iten şey, iktidarın ve yasanın onları zorladığı güçsüzlük değil
mi? Sistem, bu kısır döngünün kendisidir.
Kahvede
balıkçıları izlerken, aslında hepimizin bir hayalin içinde yaşadığımızı
düşündüm. Pascal’ın bir sözüydü: “Hayali bir hayat yaşar ve bu amaca uygun
görüntüler yaratırız. Yine de güzelliğin peşinde koşarken ve bu imgesel varlığı
korurken sahici olan her şeyi savsaklarız.” Kendimi bildim bileli bir hayalin,
daha doğrusu hayallerin içinde yaşadığımı düşündüğüm için, saçma bir biçimde Pascal’a
içerlemiştim. Ama sonra “sahici hayaller” ve “sahte hayaller” diye bir ayrım
yapmış ve hayallerimin “sahici” olduğunu düşünüp teselli etmiştim kendimi. Hayalsiz
nasıl yaşayabiliriz ki, rüya görmemizden belli değil mi “hayali” varlıklar
olduğumuz. Sonra şiir diye bir şey varsa, bazen niye çiçek ya da ağaç diye bir
şey var diye şaşırdığım da olur, hep bunlar hayatın hayali olduğuna dair
ispatlarıymış gibi gelir bana. Bu yüzden bir türlü “tam umutsuz” olamam, insan
denilen varlığın sürprizlerle dolu olduğuna inandığım için. Ama “sahte
hayaller”in, bir zehir gibi insanları allak bullak ederek sürprizlerin
büyümesini engellediği de bir gerçek. Sitüasyonistler, çok önceden bu
tehlikeden haberdar etmişlerdi insanlığı. Gündelik hayatın sırtından geçinen
gösterinin, mutsuz âşıklar gibi aslında sistemin neden olduğu konuları
televizyon dizilerinde, filmlerde, reklamlarda pazarlanacak sahte hayallere
dönüştürerek üzerimize boca ettiğini. Vaneigem, “Gülümseyen eşler, sakat
çocuklar, kendi kendini yetiştiren dâhiler gibi kolajlara bakarak sonunda kendi
modellerini”, yani sahte hayallerini yaratmak zorunda kalan insanların
çaresizliğini anlatıyordu “Gençler İçin Hayat Bilgisi” kitabında. Ve şöyle
devam ediyordu Vaneigem, bu sahte hayallerin araçlarını tanıtırken: “Müzik
kulağı olmayan şarkıcılar, yeteneksiz ressamlar, zoraki şairler ve dünya kadar
renksiz yıldız, medyanın ışıkları altından periyodik olarak geçmek üzere ortaya
çıkar. Onların hiyerarşi içindeki yerlerini belirleyen şey, bu işin düzenli bir
biçimde üstesinden gelmeleridir.”
Kahvehane kapanırken
çıktım dışarı, benim için nefes almak gibi olmuştu balıkçı sohbeti. Ama
dışarısı soğuktu, havalar bir türlü ısınmamıştı. Sokağımızın köpeği Bayan Boni
için istiyordum en çok havaların ısınmasını, çok yaşlanmıştı ve uyuyacak sıcak
bir yer bulmakta zorlanıyordu. Eve götürmek istesem de, çok inatçıydı,
zorlamaya gelmez, ısırırdı. Bayan Boni’nin yanından ayrılırken bir şeyin beni
takip ettiğini gördüm. Daha doğrusu, hissettim. Sonradan anladım ne olduğunu. Siz
hiç tüylerinin rengini canı istediği zaman değiştiren kedi gördünüz mü? Önünde
durduğu duvarın rengine ya da üstünde uyuduğu çarşafın desenlerine dönüşebilen
görünmez bir kedi. Kim bilir, belki konuşuyordur da... İnsanlar televizyon
ekranlarından ya da akıllı telefonlarından gözlerini ayırmadığı için,
görünmezliği daha da kolaylaşmış olmalıydı. Didem Madak’ın şiirlerinden birinde
dediği gibi, hep bir mucizenin alt katında yaşıyoruz aslında... Sahici hayaller
lazım, mucizeler için...
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 25 Mart 2015)