Solduyu
Posted: 20 Ağustos 2015 Perşembe by bülent usta in
0
Kobane’nin IŞİD’den temizlendiği gün,
Syriza, Yunanistan’da seçimleri kazanmış, çiseleyen yağmurun altında
gülümseyerek yürürken, Roland Barthes’ın Voltaire’le ilgili bir yazısındaki bir
hayalini düşünüyordum. İnsan bir gün, ahlaksal bir hareketle kötüden iyiye
koşmaya karar verirse, “nedenlerle etkilerin evrensel düzenine kasteder; bu
hareketle olsa olsa gülünesi bir düzensizlik üretebilir” diyordu Barthes,
“Eleştirel Denemeler” kitabında. Bütün sistemin, devletlerin, bugüne kadar
kurulmuş ne varsa, sarsıntıyla yıkıldığını hayal ederken bile, şüpheye düşmeden
edemiyor insan, gülümseyerek de olsa. AKP’ye insanların oy vermesinin nedenleri
bu kadar ortadayken, birdenbire hepsinin özgürlükçü sol bir partiye oy vermesi
gibi gülünesi bir düzensizliği düşündüm, her seçim televizyonun karşısına
geçip, insanların bile bile yaşadıkları hayal kırıklığını… Nedenlerden çok sonuçlar
üzerine kafa yorarak siyaset yapıldığı sürece de o hayal kırıklığı peşimizi
bırakmayacak hiç. Barthes, “nedenler ve etkilerin evrensel düzeni” dediği şey
içerisinde yapılabilecek tek şeyin “sağduyu”nun o değişken, bir görünüp bir
kaybolan varlığının izini sürmek olduğunu yazmıştı. “Sağduyu”yu, “solduyu” diye
değiştirerek kullanırım genelde, lisedeki edebiyat öğretmenimin “sağ ol” yerine
“sol ol” demesinden etkilendiğim için olsa gerek. Ece Ayhan da, “hoşça kal”
yerine “hoş tilki” yazardı.
“Solduyu”mun izini sürerken, mesela Fransa’daki
Müslümanları düşünmeden edemedim. Aslında düşündüğüm şey, yaşadığım bu ülkenin
siyasi geleceğiydi ama Ricoeur’ün “Eleştiri ve İnanç” adlı kitabındaki
Fransa’daki Müslümanlara dair yaptığı tespit, Charlie Hebdo Katliamı’ndan sonra
aklımdan çıkmaz olmuştu. Fransa’da Katoliklik’ten sonra ikinci din durumuna
gelen İslam’ı anlamak gerekliliğinden, yani nedenlerden hareket ederek
sonuçları anlamaya çalışıyordu Ricoeur: “Müslümanları yalnızca köktendincilik
tehdidi açısından görme eğilimine sahibiz, hem de fazlasıyla, ama bu arada
onların üzerinde ağırlığını duyuran ters tehdidi, yani parçalanma
(dezentegrasyon) tehdidini unutuyoruz –en azından en iyi Müslüman dostlarımın
bana söyledikleri bu: Onlar, bizleri çok eski sömürgeciler olarak boyun eğme ve
boyun eğdirme ilişkisi içinde değil de, bir parçalanma tehdidi olarak
görüyorlar. Toplumlarımızı parçalanma yolundaki toplumlar olarak
değerlendiriyorlar ve kendilerinin de bunun mağduru olmasını istemiyorlar.
İslam’ın sorunu aynı zamanda budur: Yani ayrışma tehdidi karşısında, bazı
açılardan panik hâlindeki bir tür korunma.” Bu korunma çabasını Ricouer, çok da
olumsuz değerlendirmiyor, çünkü toplumların bir parçalanma tehdidi altında
olduğu tespitini kabul ediyor. Onun önerdiği şey, Hıristiyanların da Müslümanlar
gibi sıkıca kenetlenmesi gerekliliği değil, İslam’a da nüfuz eden “piyasa
ekonomisi”nin etkilerine dikkat çekmek. Çünkü parçalanma tehdidini yaratan şey,
piyasa ekonomisinin ideolojisi. Bu tespiti, Franco “Bifo” Berardi de yapıyordu
“Ruh İşbaşında” adlı kitabında: “İktisadi faktörlerin rasyonel dengesi üzerine
bina olmuş olan neoliberal ideolojinin kusursuz makinesi parça parça dökülüyor;
çünkü aslında ruhun katışıksız akılcılığa indirgenebileceği gibi hatalı bir
varsayım üzerine oturuyor. Ruhun karanlık yanı –korku, kaygı, panik ve
depresyon- kapitalizmin zafer çığlıkları ve sonsuzluk vaatleriyle geçen on yıl
boyunca gölgede saklandıktan sonra nihayet yüzeye çıktı.”
Ruhun sömürülmesi durdurulamadığı ve sorun
hep dışarıda bir yerlerde, yani bize sapkınmış gibi gelen düşüncelerde arandığı
sürece de bu parçalanma tehdidini sona erdirmek mümkün değil. Dünyanın ihtiyacı
olan şey, Kobane’de ve daha pek çok yerde küçük kıvılcımlarmış gibi görünen
“solduyu”nun değişken ve sürekli oluş hâlindeki varlığı. Tüm bu katliamlar,
savaşlar, umutsuzluğa düşmüş insanın çaresizliğini gösteriyor, yani modern
rasyonalist felsefeden yola çıkan siyasi ve iktisadi bilginin tüm
yetersizliklerine rağmen hükmediyor olmasının neden olduğu parçalanmayı… Kötüden
iyiye koşmanın tek yolu, “solduyu”nun izini sürmek, içimizde ve dışımızda bir
yerlerde...
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 28 Ocak 2015)