Toprağın altı
Posted: 20 Ağustos 2015 Perşembe by bülent usta in
0
Sabahları uyanmak
istemedikleri bir güne gözlerini açan yüz binlerin gölgesi düşüyor şehrin
üzerine. İçim üşüyor. Kaşlarını çatmış sokakta, kaşlarımı çatmış bir halde
yürürken, kedili teyze ile karşılaşıyorum. “Nefis bir sabah” diyor
gülümseyerek. “Haklısın” diyorum, gökyüzündeki güneşe, henüz kalabalıklaşmamış
sokağın dinginliğine bakarak, ben de gülümsüyorum. Kamburu artmış teyzenin, yüzü
yola paralel yürüyor, uçar gibi diye düşünüyorum, bence görünmeyen kanatları
var. Her sabah yollara düşer kedilere mama dağıtır. Yaptığı işi ne kadar ciddiye
aldığını hayranlıkla izlediğimi hatırlıyorum. Mesele sadece kediler değildir
onun için, elinden bu geliyor, hayatla kurduğu bir bağ...
Sokaktaki çay
ocağının taburelerine oturuyoruz, o da yorulmuş biraz. Arada sırada sohbet
ettiğimiz olur böyle karşılaşınca, ona aşklarımı dahi anlatırım, sırdaşım
olarak akıl verir bana. “Aşk, emek ister yanlış, emek aşkın yerine geçer o
zaman. Aşk akan bir şeydir, ittire kaktıra olmaz. Önünü tıkayan ne bilmek
lazım, belki içindeki anne ya da baba, belki geçmişten taşıdığı korkular, değil
mi ya... Birbirinizin dizine başınızı koyup huzurla uyuyamadıktan sonra, neye yarar
aşk” der mesela. Böyle söyler hep, dank diye... “Bırak demesi kolay” diye
diretmiştim bir defasında, Turgut Uyar’dan alıntı yaparak: “Hiçbir şey umurumda
değil diyorum / Aşktan ve umuttan başka...” Bana yanıtı, “Hiçbir şeyin umurunda
olmadığı bir aşk, hiçlikten başka bir şey değildir” olmuştu. Ona göre aşk, her
şeyi fazlasıyla umursamakla ilgiliydi.
Şimdi yine
soruyor, “Anlat bakalım” diyerek, “niye böyle hüzünlüsün bu sabah?” “1 Mayıs’a çok az kaldı” diyorum, “toprağın
üstü bahar çiçek, toprağın altıysa üşüyor. Yokmuş gibi yaşanıyor, fabrikalarda,
madenlerde, hiç ölüm yokmuş gibi... İktidara göre her şey yolunda, bir koyup
bin kazanıyorlar çünkü, toprağı sıkıp dolar fışkırtırken ağaçlar, nehirler, insanlar
umurlarında olmuyor hiç.” “A be evladım” diyor kedili teyze, “hep böyle değil
miydi zaten. Ama bunlar, sıktıkları toprağını cılkını çıkardılar, o başka.” Ona
Emile Zola’nın “Germinal”inden defterime yazdığım şu satırları okuyorum: “Şimdi
gökyüzünde nisan güneşi bütün gözkamaştırıcılığıyla parlıyor, yaşam taşan
toprağı ısıtıyordu. Topraktan yaşam fışkırıyor, her yerde tomurcuklar ısı
özlemi, ışık özlemi içinde çatlıyordu uçsuz bucaksız ovada. Doğanın bağrında,
taşkın bir özsu çağlıyordu derinden derine. Çatlayan tohumların çıtırtısı sürekli
bir öpücük sesi gibi yayılıyordu dünyaya. Arkadaşlarının kazma sesleri gittikçe
daha yakından geliyordu Etienne’in kulağına. Alev saçan güneşin altında, bu
gençlikle dolup taşan bir kara insanlar ordusu bitiyordu yerin altında. Oluşan
bir tohum gibi. Bir gün filizlenince toprağı çatlatacak bir tohum...”
Okuduktan sonra
soruyorum kedili teyzeye: “Çatlayacak mı tohum?” “Bu toprakları kanla sulaya
sulaya çürüttüler pek çok tohumu, geberesiciler. O tohuma gübre gerek, özen
gerek, çapa gerek, su gerek, sevgi gerek... Kendi kendine çatlamaz tohum” dedi,
bunları söylerken onun gözlerine de bir parça karanlık inmişti sanki. Kim bilir
geçmişe dair neleri hatırlamıştı.
İşçi
sınıfının her anlamda unutturulmaya çalışıldığı, bütün o yenilgiler ve
zaferlerle dolu mücadele tarihinin toplumsal hafızanın çatlaklarından sızıp arkasında
hiç iz bırakmadan silinmeye çalışıldığı bir zamanda, 1 Mayıslar daha da önemli
olmuştu. Bireyciliğin yükselen bir değere dönüşmesi, toplumculuğu hayati önemde
bir yere taşımıştı... Asıl şimdi daha çok ihtiyaç vardı, o tohuma gübre, su,
sevgi verecek, teoriler üretecek bireyci toplumculuğa. Günümüzde toplumsal
bağlarından kopmuş birey, panik bir yaşam sürüyordu. Panik atak rahatsızlığının
günümüzde bu kadar yaygınlaşması, tesadüf olmasa gerekti. İnsanların kendilerini
tarikat ya da benzeri yapılarda bulmasının, varlığını unutturacak iksirlerin
peşinde koşmasının başka bir açıklaması yoktu. Toplu taşıma araçlarında,
sokaklarda yüzleri asık milyonlarca yalnız insan, hayatlarını çevreleyen o büyük
karmaşayı heyecanla değil, korkan gözlerle izliyordu. Sabahları uyanmak
istemedikleri bir güne gözlerini açan yüz binlerin gölgesi düşüyordu şehrin
üzerine. Turgut Uyar’ın “aşksızlık büyütür beni / yeni bir aşka doğru” dediği
gibi, bu bireycilik de toplumculuğu büyütüyordu, ama tecrübe edilmiş bir
toplumculuk değildi bu, bireyci bir toplumculuktu, her şeyi umursayan bir
aşkla... “Nasıl kırgın ve nasıl umutlu olduğumuz / Bir şenliğin başlangıcı”
olan 1 Mayıs’ı düşünürken, çoktan uçup gitmişti kedili teyze, masada bir kâğıt
külahın içinde tohum bırakarak... Kâğıdın üzerine Turgut Uyar’dan şu dizeleri
yazdım sonra: “Kalkın davranın doğrulun
/ Vakit yok birazdan her yerde
/ O
önünde durulmaz gece olacak...”
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 29 Nisan 2015)