Kuzeye yolculuk
Posted: 20 Ağustos 2015 Perşembe by bülent usta in
0
Havalar ısındı
ama geceleri hâlâ biraz soğuk... Cavit Abi’nin teknesiyle açılmıştık denize, püfür
püfür esiyordu serin rüzgâr. Çok hızlı giden bir ülkede yaşadığımızı düşündüm
bir an; seçimler de yaklaştı ve her şey gibi o da geçip gidecek. Spinoza’nın
Etika’da “automaton” dediği, Deleuze’ün Ulus Baker’in çevirisiyle “ruhsal
otomatlar” olarak adlandırdığı, yani fikirlere sahip olmayan ama fikirlerin
sahip olduğu insanlar olduğumuz sürece, yapacağımız seçimler de şaşırtmayacak
belli ki... Hiç değilse, 12 Eylül’ün duvarında bir delik
açılabilseydi, barajı aşarak...
Cavit Abi, Ahmet
Kaya şarkısı mırıldanıyor “avutulmuş çocuklar çoktan sustu” diye, sonra
şarkının sözlerini değiştirip söylemeye devam ediyor, “bir biz kalmışız
tenhasında gecenin...” Bir ara hüzünlü şarkıları dinleyemiyordum, artık ne
kadar hüzün biriktirmişsem içimde. Şimdi şimdi yeniden keyif alır oldum. Hüzünden
keyif alınır mı? Sandor Marai, “Buda’da Bir Boşanma” adlı romanında bir nevi “ruhsal
otomat”lığın nedeninden bahsediyordu: “Ama işte sorun tam da burada, eğer o
garip akımı hissetmezsen, seni ve diğer canlıyı birbirine bağlayan o ilginç
iletişim artık sönmüşse… İşte hayat oraya kadar. Elbette ondan sonra da hayatını
devam ettirebileceğin, doldurabileceğin binlerce şey var. Ama o andan itibaren
benliğinin çarkları boşuna dönüyor…” Hüzünlü şarkıları dinlerken yaşadığım haz,
belki de o garip akımı hissetmemle, beni diğer canlılara bağlayan o iletişimin
yeniden canlanmasıyla ilgilidir. Deleuze, “tüm biyo-psişik yaşam, bir boyut,
yansıma, eksen, dönme, katlanma meselesidir” diyordu ve soruyordu sanki
haykırır gibi: “Hangi yöne, hangi yöne gideceğiz?” Bu sözleri içimden tekrarladığımı
sanırken, Cavit Abi, “Kuzeye tabii ki!” diye bağırdı. “Kuzey neresi?” desem de
bu defa duymadı beni, arkamızda kara görünmüyordu artık.
“Hiç bu
seçimlerdeki kadar gerilmemiştim” dedi Cavit Abi, “ulan sanki üniversite
sınavına girmişiz de sonuçları açıklanacakmış gibi.” İlkokul terk biri söylüyordu
bunu, nasıl bir heyecansa artık. “O değil de evlat” dedi, “siyasi tarihi
boyunca sürekli kafasına vurula vurula sersemlemiş bir ülkede yaşıyorsan, her
şey biraz dengesiz gelir gözüne. Kimin kafasına bu kadar vursan, aptallaşır.
Her şeye rağmen ayakta durmayı başarması, mucize gibi bir şey. Bir dakika önce
ağlarken, bir dakika sonra kahkahalarla gülen birisine deli gözüyle bakılır
genellikle. Farz edelim ki delirdik. Ama deliliğin bile bir aklı, akıllı bir
ânı olmaz mı? Bizim köyün delisi, bazen öyle akıllı laflar ederdi ki... Belki bu
seçimlerde...” Sözünün gerisini getirmeden denize dikti gözlerini. Bazen öyle
bakakalır denize, sanırsın bir şey çıkıp gelecek uzaklardan. “Sanıldığı gibi
kitlelerin aldatıldığı filan yok Cavit Abi” dedim, “Deleuze, kitlelerin belli
bir anda faşizmi arzuladığından bahseder, sonuçta yıkım olacağını bile bile...
Arzu, iktidar ve çıkar arasındaki o karmaşık ilişkiyi çözmeden, kitlelerin
neden faşizmi arzulayabildiğini anlayamayacağız.”
“Anladıklarımızı
bile anlamamazlığa vuruyoruz ya, artık korkudan mıdır nedir. İster buna bir his
de, ister balıkçı sezgisi, iyi mi, kötü mü bilmem ama yeni kuşaklarda bir
şeyler filizleniyor. Bütün bu sancılar, o filizlenen şeyin yarattığı baskıdan
kaynaklanıyor sanki. Balık tutarken herkes kısmetine razı olurdu, elindekinle
yetinmek öğretilmişti bizlere. Bu yetinmenin iyi tarafları olsa da, aslında
değişimden ürkmeyi, sıradan hayat tarzlarını sürdürmeyi de getiriyordu
peşinden. Şimdiyse iyi kötü, her şey birbirine karıştı; sanki insanlar ikiye
yarılmış da, içlerinde ve dışlarında başka hayatlar sürüyorlarmış gibi… Senin
şu Deleuze, bunun için de bir şey demiştir belki” diyerek güldü sonra. Filozof
çekememezliği böyle bir şey olsa gerek diye düşündüm, güldüm ben de... “Filizlenen
bu şeyin birbirinden çok farklı dalları, çiçekleri var Cavit Abi. Eskiden
‘çağın ruhu’ denilince aynı şey anlaşılırdı, bugünse ‘çağın ruhu’nun o kadar
çok yüzü var ki, bu yüzler birbirlerine dönüp bakmıyorlar bile, ya kavgalılar
ya da habersiz. Birinin çıkıp ‘savaş!’ diye bağırması, savaş çıkması için
yeterli olacak neredeyse. Dünya yumuşak bir maddeden yapılmış da gözümüzün
önünde durmaksızın şekli değiştiriliyor sanki; yaşadığımız şehirler nasıl hızla
değişiyorsa, ‘ruhsal otomatlar’ olarak bizlerin de bu değişimden payımızı
almamız kaçınılmaz.” Karamsar sözler etsem de, gecenin tenhalığı içinde bir
şeyin derinden derinden zonkladığını hissedebiliyordum. Cavit Abi’yle “kuzey”
dediği yere varıp varamayacağımız belirsiz olsa da, yıldızları görebildiğimiz
sürece sorun yok… Attilâ İlhan’ın dediği gibi, “Yıldızlar eskidirler, onlar
bizi bilirler...”
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 27 Mayıs 2015)