DÜNYANIN ACISI

Posted: 8 Mayıs 2009 Cuma by bülent usta in
0

Gerçekte şizofren bir hayat sürdüğümüzün farkında mıyız acaba? Radyo bas bas bağırıyor: Mardin’de düğün basıldı! 44 kişi öldürüldü! Okuduğum ya da yazdığım her şey, önemsizleşiyor birden. Pavese’in yeni yayımlanan şiirlerinden ya da Henry James’in romanlarından bahsetmenin ne önemi kalıyor ki, böylesine akıldışı hadiselerle, katliamlarla, cesetlerle doluyken ortalık. Onlarca polisin ortalarına bir göstericiyi alıp öldüresiye dövmesine, her gün cepheden gelen ölüm haberlerine ya da arazilerde bulunan cephaneliklere alıştığımız gibi, her şeyi sineye çekebiliyor oluşumuzun elbette birçok izahı var. Bu izahlar da bir yerde tıkanıp kalıyor.
Şiddet antropolojisi üzerine çalışma yaparken, tecavüzün hiç gözükmediği, hatta dillerinde tecavüz kelimesinin bile bulunmadığı kültürlere rastlamış, şiddetin kültürel kodlar aracılığıyla aktarıldığı gerçeğiyle karşılaşmıştım. Mülkiyetçiliğin, doğal ya da yapay eşitsizliklerin şiddet kültürünü nasıl şekillendirdiği, en büyük şiddet uygulayıcısı olan devletin oluşumu ve şiddetle beslenen doğasıyla hesaplaşmaksızın, bu meseleye çare bulmanın imkânsız olduğu gerçeğiyle yüzleşmiştim. Bu topraklarda çocukların, işkenceler ve yargısız infazlardan, linç girişimlerine ya da namus cinayetlerine kadar, siyasal-sosyal-kültürel bir şiddet atmosferi içinde büyüdüğü gerçeği, sorunu daha da bir karmaşıklaştırıyor nihayetinde. Sonra da, bir düğün alanına gidip 44 kişiyi acımasızca öldüren, sevgilisinin kafasını kesip çöp kutusuna atan, kendisi gibi düşünmeyeni linç eden insanlar çıkıyor ortaya.

Şiddetin doğanın içinde olan ve tüm canlılar tarafından dolaylı ya da dolaysız yaşanan bir olgu olduğu gerçeği, “insan”ın şiddeti kültürel olarak biçimlendirdiği gerçeğini değiştirmiyor nihayetinde. Lorenz, şiddetin biyolojik gerçekliğini araştırmıştı. Freud, Fromm ya da Kovel de, şiddetin psikolojik ve sosyolojik izahlarıyla ilgilenmişti. Hatta genler üzerine araştırmalar da yapılmıştı. Ama Eskimolarda ya da Aborjinlerde şiddetin görülme sıklığının azlığı, her defasında kültürel yapıyı işaret ediyor bize. Ve elbette Foucault’nun altını çizdiği gibi, şiddetin güç ve iktidarla ilişkisini araştırmanın ve anlamanın önemini. Özellikle “erkeklik”meselesi ve sahip olduğu kültürel kodlar, bu topraklarda yaşanan şiddeti açıklamada kilit bir öneme sahip. Ve asıl altı çizilmesi gereken nokta ise, şiddeti meşrulaştıran ideolojik ve kültürel kodların teşhir edilmesi.

Ama ben, yazımın yörüngesini, her şeye rağmen Pavese’den ve onun şiirlerine kaydıracağım yine de. Çünkü tüm bu yaşanan olumsuzluklar, bizim kendi gerçekliğimizi yaşama ve inşa etme sürecimizi engellememeli. Edebiyatın ve sanatın yaşamın içindeki sınırları genişledikçe, yaşanan olumsuzlukları, çeşitli açılardan görme ve çözüm üretme imkânı da kendiliğinden gelişecek. Bu topraklarda, edebiyat üzerine konuşmak, Danimarka ya da İsveç’te edebiyat üzerine konuşmaktan daha anlamlı.

Cesare Pavese’in şiirlerinin, Kemal Atakay’ın çevirisiyle, YKY’den “Şiirler”adı altında geniş bir derleme olarak yayınlanması, Can Yayınları’ndan Behçet Necatigil Türkçesiyle Doğu edebiyatının “Binbir Gece Masalları”gibi temel kaynaklarından birisi olan “Tûtînâme”nin yayımlanması kadar mühimdi. Çünkü Pavese’i biz hep öykücü ve romancı yanıyla tanımış, bir şair olarak Dünya edebiyatında sahip olduğu yerden çok da haberdar değildik. Behçet Necatigil’in hazırladığı “Tûtînâme”ise, uzun süredir kayıp bir çalışma olarak anılıyordu ki, bu kökü Sanskritçeye dayanan ve Farsçadan Türkçeye aktarılmış eserin yayınlanması, son zamanlardaki en büyük edebiyat olayı olsa gerek.

Pavese, “Kâğıt İçiciler”adlı şiirinin bir yerinde şöyle diyor:

“Yazgı değildi acı çekiyorsa dünya,
gün ışığıyla küfretmeye başlıyorsak:
İnsandı suçlu olan. Hiç olmazsa gidebilmeliyiz,
aç ama özgür olabilmeli, hayır diyebilmeliyiz
aşkı ve merhameti kullanan bir yaşama,
aileyi, toprak parçasını, bağlamak için ellerimizi.”

“Yazgı değildi acı çekiyorsa dünya”…
Bunun bir yazgı olmadığını biliyor muyuz acaba?

Bülent Usta (Birgün, 6 Mayıs 2009)

0 yorum: