SANATIN BUNALTISI

Posted: 20 Ağustos 2009 Perşembe by bülent usta in
0

Havalar sıcak, gündem sıcak… Durmaksızın bir şeyler oluyor hem içimizde, hem dışımızda. Ama bu çağın insanı daha çok seyreden olmak zorunda bırakıldı, bırakılıyor. Bu da ‘bunaltı’yı ister istemez daha bir körüklüyor. Turgut Uyar’ın dediği gibi, “Bunaltı, çağımıza çok uygun bir duygu.” Ama bu duyguyla baş edilmezse, ‘bunaltı’ bir duygu durumundan ya da felsefi bir sonuçtan çok daha başka bir şeye, yadsımaya ve umursamazlığa sürükleyebilir insanı.

Turgut Uyar, 1963’te Dost dergisinde yazdığı yazıda, bunaltıyla baş etme yolları üzerine düşünürken, edebiyatçıların ‘yaşamsal bunaltı’yı ‘düşünsel bir bunaltı’ya dönüştürmesi gerektiğinin de altını çiziyordu bu yüzden...

YKY, Edip Cansever’in yazılarını Şiiri Şiirle Ölçmek adıyla toplu olarak yayımladığı gibi, Turgut Uyar’ın da tüm yazılarını, söyleşilere ve soruşturmalara verdiği yanıtlarını Korkulu Ustalık adıyla kitaplaştırdı. Bu kitaplar, elimden düşmez oldu bir süredir. Ve bu kitaplardaki yazıları okudukça, edebiyat gündemimizin aslında pek de matah bir şey olmadığını daha iyi anlar oldum. Çünkü Edip Cansever’in de Turgut Uyar’ın da gündemi öylesine yoğun ki… Sanırım, Turgut Uyar’ın bahsettiği o ‘bunaltı’, şair ve yazarlarımızın pek çoğunu yadsıma ve umursamazlıkla iyice sarmış olmalı. Başka türlü, insanların kendisiyle bu denli meşgul olmasını açıklayamayız herhalde.

Ama o günlerde de Turgut Uyar bu durumdan yakınıyormuş. Bu yüzden, ‘toplum içinde sebepsiz, karşılıksız ve sonuçsuz kalıyoruz’ diiyor yazısının bir yerinde. Yine aynı yazıda, sanatın toplumsal işlevini yitirişinin arka planını da araştırıyor. Neden sanat, spor kadar toplumda ilgi görmüyor diye soruyor örneğin. Sporun insanoğlunun komplekslerinden faydalanıp birinin diğerini yendiği bir müsabaka şeklinde yaşanması mı onu bu denli günümüzde etkili ve yaygın kılıyor? Ya da, sporun sanata göre daha kolay izlenebilir olması mı? Futbol düşkünü birisi olarak Uyar’ın bu konudaki tespitlerine tam olarak katılmasam da, amfi tiyatroların yerini stadyumların aldığı bir çağı yaşadığımız da bir gerçek. Sanatın fabrikasyon üretimi olamayacağı ve entelektüel bir çabayı hem üretenden, hem de tüketenden beklediği için, ister istemez yaşamın kıyısına sürüldüğü de bir gerçek. Çoğu gazetede küçük küçük haberlerle geçiştirilen, televizyonlarda ancak geç saatlerde yer bulan, küçük bir çevrenin ilgisiyle yetinmek zorunda kalan sanatı layık olduğu yere taşımak, var olan şartlar göz önüne alındığında mümkün de gözükmüyor pek.

Peki, neden böyle oldu? Sanatı toplumsallıktan uzaklaştıran şey gerçekte neydi? Neden bir şair, bir futbolcu kadar ilgi görmüyor geniş yığınların nezdinde? Bunun böyle olmasının elbette yüzlerce, binlerce nedeni var. Ekonomiden siyasete, kültürden eğitime pek çok neden gösterilebilir. Gelmiş geçmiş en büyük kitap kıyımını yapan 12 Eylül darbesi bile, suçlu sandalyesine rahatlıkla oturtulabilir. Ama yine de, dış etkenlere yönelmeden sanatın kendi içindeki ‘toplumsallaşma’ meselesi de oldukça mühim.

Örneğin, Roland Barthes, Tahsin Yücel çevirisiyle YKY’den çıkan Yazının Sıfır Derecesi -Yeni Eleştirel Denemeler adlı kitabında, ‘çağdaş sanat’ın kaçınılmaz olarak toplumsallıktan uzaklaşmak zorunda kaldığını iddia ediyor. Bunun için de, sanatın özü diyebileceğimiz şiirin kendisinden yola çıkıyor Barthes: "Klasik ozanın işlevi daha yoğun ya da daha parlak sözcükler bulmak değildir, eski bir kurallar bütününü düzenlemek, bir bağıntının bakışımlılığını ya da özlülüğünü kusursuzlaştırmak, bir düşünceyi bir ölçünün tam sınırına getirmek ya da indirgemektir." Klasik ozanın tersine, çağdaş şairse, dilin bağlarını yıkmaya çalışır, dili nesnelleştirirken nesneler birer imgeye dönüşerek başkalaşır. Bu da ister istemez bir ‘bunaltı’ya, yalnızlığa sürükler insanı. Barthes’ın sözcükleriyle söylersek, “çağdaşlığın şiirsel insancılığı yoktur.” Yine onun sözcükleriyle, "insanı başka insanlarla değil, Doğa’nın en insan dışı imgeleriyle bağlantıya sokar" çağdaş şiir… Dolayısıyla ‘çağdaş sanat’…

Barthes ile Turgut Uyar arasındaki düşünsel paralellikler, benim için şaşırtıcı bir keşif oldu. İkinci Yeni’nin ortaya çıkış serüveninin, modernizmin Türk şiirindeki en güçlü karşılıklardan birisi olduğu, zaten bilinen bir şey olsa da…

Tüm bu okumalar, Barthes’ın ve Turgut Uyar’ın tespitleri, aslında günümüzde yazılan şiirin günümüze ait olmadığını da düşündürttü bana. Yazılan şeyler geleceğe, gelecek de bu yazılanlara ait… Bir söyleşisinde ya da yazısında Gülseli İnal, geleceğin dilinin ‘şiir dili’ olacağını söylerken bunu kast ediyordu sanırım. Ya da sitüasyonistlerin şiire yükledikleri anlamı düşününce, şiirin, dolayısıyla sanatın kıyıya köşeye itilmiş olmasının pek de önemli olmadığını, insanın özüne dair bir ‘bunaltı’dan söz edildiği sürece sanatın da her koşulda varlığını sürdüreceğine, kendi adıma eminim.

Vladimir Makanin’in, Everest Yayınları’ndan çıkan Underground adlı romanını okuyunca, aslında yaşadığımız bu sürecin bir geçiş süreci olduğu da iddia edilebilir. Çünkü Makanin’in bu romanı, Gorbaçov’un başa geçişiyle birlikte dağılan Sovyetlerin geri planını anlatıyordu. Ve elbette bu çağın insanını… Bu tür geçiş süreçlerinde, her şey işlevini yitiriyormuş gibi geliyor insana. Sanatın, siyasetin, gazetelerin, yazmanın, okumanın ve daha pek çok şeyin işlevi gittikçe azalıyor. Ama bu sadece bir yanılsama… Çünkü tüm bunlar, bir başka şeyin, bir başka sanatın, bir başka siyasetin doğuşuna hazırlıyor insanı… Kapitalizm, teknolojiyi ve arzular üzerindeki hâkimiyetini en iyi biçimde kullanarak insanları ne kadar meşgul ederse etsin, insanın varoluşundan kaynaklı ‘bunaltı’yı yok edecek güce sahip değil. Ve elbette, özünde adalet ve özgürlük olan ‘şiiri’…

Bülent Usta (Birgün, 12 Ağustos 2009)

0 yorum: