Mutluluk Pili

Posted: 18 Ağustos 2013 Pazar by bülent usta in
0

-->

Bazı günler, gördüğüm her şeyde başımıza gelecek iyi ve kötü şeylerin işaretlerini gördüğüm olur. Her sabah simit aldığım vapur iskelesinin oradaki simitçinin yerinde bu sabah bir polis duruyor ve gelip geçene kimlik soruyordu. Bir anlamı olmalıydı simitçinin yerine polisin geçmesinin. Mesela bu olay ile Özgür Gündem’in kapatılması arasında bile bir bağlantı kurulabilir, kurabilirim...

Bu “her şeyde bir işaret görme” durumu, bana sanırım balıkçılık yaptığım günlerden kaldı. Balıkçılar kadar doğaüstü şeylere inanma eğilimi olan başka meslek yoktur herhalde. Çünkü öyle belirsizdir ki ne zaman ne kadar balık tutacakları. Onlar da, sürekli olarak işaretler ararlar denizde, bulutlarda, kedilerde, martılarda... Ben de onların yüzlerine bakarak işaretleri toparlar ve genel bir değerlendirme yapardım. Onların bulutlardan, dalgalardan topladığı o gizemli bilgileri çalardım bir bakıma. Sonra bu alışkanlığı gazete yazılarımı yazarken de kullanmaya başladım. Otobüslerde, vapurlarda insanları izleyip buldukları işaretleri toplayarak yazıyorum yazılarımı.

Gördüğüm işaretler arasında uzun zamandır en çok rastladığım tahammülsüzlükle ilgili olanlar... Kimsenin kimseye, hatta insanların kendilerine bile tahammülü kalmamış durumda. Çünkü insanların çoğu kendilerini yaşamın dışında kalmış, daha doğrusu dışarıda bırakılmış hissediyor. Dünyayı, dünyada yaşayan insan sayısına göre parçalarına ayıran bir sistemin içinde yaşıyorsanız, dünyayı, yaşamınızı bir bütün olarak göremiyorsanız, kendinizi dışarıda kalmış hissetmenizden daha doğal bir şey yok. Dışarıda kalan insan da yaşamak yerine seyretmeyi ve yaşadığını hissetmek için de seyredilmeyi arzular hale gelir. Sosyal medyadaki paylaşım sitelerinde bir hayal dünya yaratır kendisine. O yüzden TUİK’in yaptığı  “mutluluk araştırması”nda, Türkiye’de yaşayanların %62.1’inin mutlu olduğunu ilan etmesi şaşırtmadı beni hiç. Bizim de bir “gösteri toplumu”na dönüştüğümüzün kanıtı olarak değerlendirdim bu işareti. Mutsuz olmak, kaybeden olmak anlamına geldiği için, herkes mutsuz da olsa mutlu gözükmenin yollarını araştırıyor artık. Ama bu sahte mutluluk hali, insanları aynı zamanda tahammülsüzleştiriyor da. Bu durum, aç olup da gururu yüzünden tokmuş taklidi yapan insanın haline benziyor. Ne var ki, tokmuş gibi davransa da midesi onu inkâr edecek hep. İşte ben bağıra çağıra söylüyorum: Mutsuzum, hem de çok mutsuz... Newroz olaylarında yaşananlar, çocuk siyasi mahkûmların durumu, Özgür Gündem’in engelleniyor oluşu, beynime işlenen oto-sansürle mücadele etmeden düşünemez ve yazamaz olmak, sendikaların o derin ve acıklı sessizliği, gazetelerin üçüncü sayfalarından dolup taşan kadına yönelik şiddet haberleri ve o haberlerin veriliş şekli beni fena halde mutsuz birisine dönüştürmüş durumda. Mutsuz olduğumu kendime itiraf etmeden, mutsuzluğumun nedenlerini görüp çözümler üretemem. TUİK’in mutlu olarak tespit ettiği %62.1’lik kesim, yaşadıkları sahte mutluluğa razı olacak kadar umutsuzluğu çok derinden yaşıyor olmalı. Matrix filminde Neo gibi Cypher de sistemin uykusundan uyanmış olsa da, cehaleti özleyerek hafızasını sildirmeyi, sistemin ona vaat ettiği sahte mutluluğu yaşamak için arkadaşları olan direnişçilere ihanet etmişti hatırlarsanız. Bu tercihinin nedenin filmde şöyle dile getiriyordu Cypher: “Bu bifteğin var olmadığını biliyorum. Onu ağzıma koyduğumda Matrix'in beynime onun sulu ve lezzetli olduğunu söylediğini biliyorum. Dokuz yıl sonra neyin farkına vardım biliyor musun? Cehalet mutluluktur.”

Hakikate giden yoldaki mayınlar olan sahte mutlulukları tespit etmeye yaramaz mı edebiyat ve sanat? Bizdeki edebiyat ve sanat ahalisinin önemli bir kısmı ise, sistemin sahte mutluluklar geliştirmek için kurduğu Ar-Ge departmanı gibi çalışıyor sanki. Morpheus’un “hakikatin çölü”nden ziyade, Cypher’in sahte bifteği daha cazip geliyor onlara da… Kitabın çok satmış, ünlü olmuşsun, ödüller almışsın neye yarar? Devlet büyükleriyle ve medya patronlarıyla aynı sofraya oturmuş sahte bifteği mideye indirirken hatırlanacaksın nasıl olsa, 15 yaşındaki bir çocuk linç girişimine uğrar ve basınımızın gururu olan ve onca kayıptan yıllar sonra yeniden yayın hayatına başlayan Özgür Gündem kapatılır ve tüm bu olup bitene sesini çıkarmaz, çıkaramazken… 

Meselenin özü şu: Dünya artık bildiğimiz dünya değil. Aşklar bildiğimiz aşklar, edebiyat bildiğimiz edebiyat değil. Kürtler artık bildiğimiz Kürtler değil. Dokunmatik bir ekrana dönüşen hayatın içimizdeki pili bitmek üzere. Daha fazla sahte mutluluk üretilemediği içindir ki egemen güçler hırçınlaşıyor… Tahakkümü saygın kılan her tür sahte eleştiri, sahte gazetecilik uygulamaları ve yalancı zorbalık faaliyetleri üzerimize boca edilse de, sahte mutlulukların da bir kullanım süresi olduğunu unutuyorlar… Geçti o süre… Tahakküme tahammülsüz bir nesil yetişiyor… 

Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 28 Mart 2012)

0 yorum: