İmdat Freni

Posted: 7 Mayıs 2014 Çarşamba by bülent usta in
0

Kendimi bu hayatta, bir trenin yük vagonuna kaçak binmiş bir yolcu gibi hissederim genellikle. Hesapta olmayan biletsiz bir yolcu… Trendesindir ama değilsindir aynı zamanda. Balkonlarda ve çatılarda gezinmeyi sevmem de böyle bir şey, ne içeridesindir, ne dışarıda, herkes hareket halindeyken sen onları izliyorsundur. Önceki hayat diye bir şey varsa, muhtemelen o hayatta uzun tüylü, kara bir kediydim. Bir sahaf kedisi, kitap kokuları arasında… Sadece kitapları koklayarak bile, onları okuyanlardan daha çok şey öğrenir kediler…

Balkonlar ve çatılardan hayatı izlerken, havasızlıktan insanların bunaldığını görüyorum ne zamandır, sinirler gerilmiş. Gezi’deki gibi ülkenin havalandırılması gerek acilen, biber gazıyla karışık da olsa insanların derin bir nefes alması, hayata çıplak gözlerle bakabilmesi, birbirlerini görebilmesi lazım. Yoksa Céline’in bahsettiği, can çekişirken otlamaya devam eden koyunlardan bir farkımız kalmayacak.

Vedat Türkali, son romanı için kendisiyle yapılan söyleşide “Gezi diye bir şey oldu ya, geleceğe dair içim rahat” demişti. Gezi’deki coşkuya ve yaratıcılığa ümit bağlıyordu, kara büyü bozulmuştu ya o gün, cadılar ortaya çıkmıştı yeniden, orman perileri büyüler yapmıştı, hatırlarsanız. Ama yaşadığımız şeyin ne kadar farkındayız, şüpheliyim çok. Çünkü gelecek tahayyülümüz yok, geçmişe dair algımız ise sürekli değişiyor ya da değiştiriliyor, “şimdi”nin içinde kaybolmuş gibiyiz.

Sığındığım yük vagonunda, fal bakar gibi tarih kitaplarının sayfaları arasında geziniyorum. Geçmişe bakmak, bugüne de gelecekten bakmak anlamına geliyor çünkü. Paul Veyne’in Metis’ten çıkan “Tarih Nasıl Yazılır?” kitabında “tarih, gerçek bir romandır” diye yazıyordu. Kurmaca olmayan bir kurmaca olarak yaşananlara bakmak, yani gerçekliği bir romanmış gibi okumak, tam da gazete yazarlığımı tarif ediyor, yapmak istediğim şeyi... Tarihle edebiyat arasındaki o ince çizginin üzerinde, geçmişe ve geleceğe bakarak “şimdi”ye dair konuşmak…

Gezi’dir, 1 Mayıs’lardır, barış müzakereleridir, Ukrayna’dır, Suriye’dir ve şimdiki hükümetin icraatları, o icraatları eleştiren ve savunan binlerce yazı, olay, insan iç içe geçiyor zihnimde. Gelecekte kimse Marmaray’ı hatırlamayacak mesela, 70’lere bakınca Boğaziçi Köprüsü’nün değil de Kanlı 1 Mayıs’ın, Deniz Gezmiş’lerin hatırlanması gibi. Televizyon kanallarında binlerce saat konuşmuş Başbakan’ın değil de, insanların sadece bakışlarından ve uçurtmasından bildiği Berkin’in hatırlanacak olması gibi.

Yakınlarda İstanbul’a gelip “Felaketin Yanında Koşmak” adıyla bir atölye de düzenlemiş olan Bifo’nun Metis’ten çıkan “Ruh İşbaşında” kitabından sonra, Otonom Yayınları tarafından yayımlanan “Gelecekten Sonra” kitabı, tam da bu “gelecek” meselesini ele alıyor etraflıca. İlginçtir, geleceğin hayatımızda kaybolduğu, ütopyanın yerini distopyaya bıraktığı tarih olarak Bifo, Punk hareketinin yükseldiği yıl olan 1977’yi işaret ediyor kitapta. Punk’ın o yıllarda öne çıkan sloganı da kehanet gibi: “Gelecek yok!” RAF, Kızıl Tugay gibi örgütlerin ortaya çıktığı, üyelerinin infaz edildiği, öfke dolu isyanların göründüğü, toplumsal dayanışmanın şiddetle dağıtılmaya çalışıldığı bir yıldı 1977. Ne tesadüftür ki, Taksim’deki Kanlı 1 Mayıs’ın yaşandığı yıl da 1977...


Bifo, geleceğin belirgin bir kavram olmadığını, kültürel bir kurgu ve öngörü olduğunu yazmış. Siyasetin önünü tıkayan kamplaşma ve “şimdi”nin içinde kaybolmamıza neden olan kitle kültürü ve ideolojisi yüzünden, ortak akıl gibi gelecek öngörümüz de bizimle birlikte kayıp… Geçmişte olduğu gibi “mutlu yarınlar miti” üzerinden siyaset yapmak ne kadar anlamsızsa artık, “şimdi”nin içinde kaybolmuşken başımıza gelenin ne olduğunu anlamamız da imkânsız. Yük vagonundan görünen manzarayla, yolcu vagonlarından görünen aynı değil çünkü, iç savaşın içlerine doğru ilerliyor tren. Neo-liberalizmin açtığı karanlık tünellerden gidilecek başka bir yer olmadığını söylüyor tarih ve kitapları. Trendeki her şey gibi bozuk olan imdat freninin üzerindeki toza üfleyince, “tahayyül” yazısı görünüyor silik soluk… Cortazar’dan bir şiiri mırıldanırken yakalıyorum kendimi o an, bahar rüzgârı yüzüme vururken: “Öğrenciler zamana baskın veriyor koşarak / Deri giymiş hayvanların sopaları altında / Ve hiçbir şey karşı duramaz buğday tarlalarının dizemine / Ve karşı duramaz hiçbir şey senin gülümsemene, ah sevdiceğim / Ve yaşamına oynayarak silip götürür gözyaşı bombaları!” Bir trende, önce imdat freni tamir edilmeli!

Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 7 Mayıs 2014)  

0 yorum: