HESAP GÜNÜ

Posted: 14 Haziran 2012 Perşembe by Jade in
0


Hrant Dink cinayeti, zihnimde bastırmaya çalıştığım bütün komplo teorilerini teker teker ortaya çıkarıp sınıyor. Tek tek cinayetten dolaylı ya da dolaysız sorumlu olanların nasıl kollandığı, sırtlarının nasıl sıvazlanıp terfi ettirildiği, belge ve bilgilerin nasıl çarpıtılıp gizlendiği bu kadar ortadayken aslında komplo teorileri kurmaya da gerek kalmıyor. Bu cinayet, kurumlar üstü bir mutabakatla herkesin bir biçimde iştirak ettiği linç ayinine benziyor. Bizler de, Uludere’de bombalar atan savaş uçaklarının üzerimizden geçişini izler gibi, izlemedik mi bu linç ayinini?.. 5 yılda geldiğimiz noktaya bakınca, izleme süresi olarak 5 yılın ne kadar uzun olduğunu unutuyor muyuz yoksa? Sahi, neyi bekliyoruz gerçekten, sorumluların bulunup cezalandırılmayacağından bu kadar eminken. Bizi bu oyunu oynamaya ikna etmişler gibi gözüküyor. Bu ikna sürecini kesintiye uğratacak tek şey, yaşadığımız kedere ve yasa sıkı sıkıya bağlanmak olacak sadece...

Her 19 Ocak, benim için 5 yıl önceki 19 Ocak’la aynı olacak hep… Bunun değişeceğini de hiç sanmıyorum. Tüm sorumlular teker teker bulunup cezalarını çekseler bile, ben her 19 Ocak’ta Hrant Dink’in öldürüldüğü yere gidip yasımı tutmaya devam edeceğim. “Hrant ölmedi, yüreğimizde yaşıyor” filan deyip kendimi avutmayacağım da… Çünkü cinayetten sorumlu olanların cezalandırılması, sadece bizlerin ve bizden sonraki kuşakların bir daha böyle cinayetler yaşamaması ya da tanık olmaması için önemli olacak, o kadar… Bu durum, Hrant Dink’in öldüğü, bizimse yaşadığımız gerçeğini değiştirmeyecek, değiştirmiyor. Yaşadığımız hiçbir yası ertelemez ve yasımızı ne kadar yoğun yaşarsak yaşayalım pes etmezsek, o yas bize kendimizle ilgili pek çok şey öğretmeye devam edecek kuşkusuz. Bu yüzden “Hrant’ın Arkadaşları”nın 19 Ocak için yaptığı çağrıyı yüreğinde hisseden herkes, o uzun ve meşakatli yürüyüşe mutlaka katılmalı. Yürünecek mesafeyi uzun ve meşakatli yapan şeyse, elbette yaşanan yasın derinliğinden başka bir şey değil.

Yarın gerçekleşecek olan yürüyüşte istediğim tek şey sessizlik aslında. Kimse konuşmasa, boş sözler vaatlerle oyalamasa insanları… Kendimize, düştüğümüz, düşürüldüğümüz hallere, katilleri koruyup besleyenlere şöyle dışarıdan bir bakabilsek, Hrant Dink’in ölümüne tanık olmanın bizi nasıl değiştirdiğini görebilirdik. Değiştik… Kimimiz bu değişimi hissediyor, kimimiz de farkında değil henüz. Ne zaman kendimizi ciddiye alır ve içimize dönüp bakmayı mesele edinirsek, yoksul köylülerin savaş uçaklarıyla bombalanmaya devam edildiği bu toprakların bir iç savaş bataklığına dönüştüğünü ve sonu gelmeyen katliamlar tarihinin ardındaki o acımasız gerçeğin farkına varırdık belki. Çorum’da, Maraş’ta, Dersim’de ne olduysa, aynı şey bundan 5 yıl evvel Hrant Dink’e oldu. Katliamları yapanlar ve yapanları kollayan ya da teşvik edenler, aynı maskeleri taşıyorlardı yüzlerinde, hiç çıkarmadılar o maskeleri, çıkarmaya da hiç niyetleri yok. Bazen gazeteci, bazen politikacı, bazen bürokrat ya da sıradan vatandaş gibi belirdiler, beliriyorlar karşımızda. Halbuki bir linç çetesinin üyesiler sadece. Biri, yazdığı haber ya da köşe yazısıyla, gazetesine attığı manşetle; diğeri, verdiği demeçler, tayin ettiği bürokratlarla; bir başkası da sokaklarda elinde sopayla dolaşıp öğrencilere, işçilere saldırarak linç ayinine hep birlikte katıldılar, katılıyorlar...

Bizim asıl sormamız gereken en önemli soru, bu linç çetesi nasıl olup da aramızda barınabiliyor? Nasıl olup da, işsiz bir gencin eline rahatlıkla silah verip, tek derdi hakikati dile getirmek olan, binbir türlü zorlukla yaşamını sürdürmüş ve içindeki sevgiyi beslemekten geri durmamış bir insanı öldürmesine seyirci kalınabiliyor? Bu soruya kimse genel yanıtlar vermesin. Rakel Dink, o unutulması imkânsız konuşmasında, bir bebekten katil yaratan karanlığı, tüm çıplaklığıyla zaten önümüze koymuştu. Peki biz ne yaptık o karanlığın karşısında? Ya da o karanlığın ne kadar dışına çıkabildik bu beş yıl içerisinde? İşte bunun hesabını vermemiz gerekiyor kendimize. Belki de kendi iç mahkememizi kurup, kendi kendimize dava açmamız gerek. Mesela hâlâ Hrant Dink’i hedef gösteren gazeteleri okuyor musunuz? Mesela hâlâ, cinayeti aydınlatılmasından sorumlu olan hükümeti, tüm bu olup bitene rağmen desteklemek gerektiğini düşünüyor musunuz?  Düşünüyorsanız, neden? Hrant Dink, sizin babanız, eşiniz, çocuğunuz, kardeşiniz ya da yakın bir dostunuz olsaydı, şu an sahip olduğunuz düşüncelerde bir değişiklik olur muydu? Hrant Dink’i öldüren zihniyetten ne kadar haberdarsınız ve o zihniyetle nasıl mücadele edileceğini biliyor musunuz? Yaşadığınız toplumdaki diğer insanlara ne kadar güveniyorsunuz? Yaşadığınız toplum, size ne kadar güvenebilir ya da güvenmeli midir? Başınızın belaya gireceğini bildiğiniz halde, sahip olduğunuz hakikati başka insanlarla paylaşmayı göze alır mısınız? Eğer göze alamıyorsanız, hakikati dile getirmek için canlarını dahi feda edecek insanlar için ne düşünürsünüz? Her şeyi tiye alarak yaşamak, size ne kadar doğru geliyor? Sadece ünlü olmak, para kazanmak, güç ve iktidar sahibi olmak için yazan, yaşayan, çalışan ve çıkarları için yalanlar söyleyen insanların sayısında bir artış görüyor musunuz? Eğer insanların daha da bencilleştiğini düşünüyorsanız, kendinizi yeterince bencil olmamakla suçladığınız ve onlara benzemek için çabaladığınız oluyor mu? Siz bu hayatta gerçekte ne istiyorsunuz? Huzur ve mutluluğun bireysel olup olmadığı meselesini düşünüyor musunuz? Huzur mu, hakikat mi diyerek tercihte bulunmanız istense, neyi tercih edersiniz: Hakikatsiz huzur mu, yoksa huzursuz hakikat mi? Yoksa, hakikatin huzurlu bir şey olabileceğini mi düşünüyorsunuz?

Hesap günü 19 Ocak geldi... Biz buradayız, siz neredesiniz?

Bülent Usta (Birgün gazetesi, 18 Ocak 2012)

0 yorum: