NASIL İYİ OLUNUR?

Posted: 24 Eylül 2008 Çarşamba by bülent usta in
0

Üç kulaklı bir kedi olan dostum İvam bir süredir ortalıkta yoktu. Bugün onu evin önündeki akasya ağacının üzerinde görünce acayip mutlu oldum. Pencereden odaya girince, her zaman yaptığı gibi masamın üzerindeki kitaplara yöneldi. Ne okuduğuma bakıyordu. “Nerelerdeydin İvam? Seni çok merak ettim. Hatta gazetelerde dört kulaklı bir kedi bulundu haberini görüp korkmuştum senin için. Ama hem dört kulaklı bir kedi diyordu haberde hem de fotoğrafını koydukları Yoda adlı kedi, sana hiç benzemiyordu. Tanıyor musun Yoda’yı?” “Tanımaz mıyım? Ama o kendini beğenmiş dört kulaklılardan. Zaten seçtiği yola bak. Şikago’ya gidip zengin bir aileye kapağı atıyor, biz de çulsuz bir yazara yarenlik edip sokaklarda yaşıyoruz. Sonra da gazetelere poz vermeler filan.”
Bunları ciddi ciddi söylemediğini biliyordum. Benim de henüz anlayamadığım bir görevle bu dünyadaydı İvam. İstanbul’da bulunması dahil, hiçbir şey tesadüf olamazdı. “Öyle deme İvam. Sen de benim köşe yazılarımın, romanlarımın kahramanısın. Hatta zaman zaman okurlardan sana iletmem için mektuplar bile geliyor.”

Şakalaşırken, İvam bir an durup sordu: “Sen nasılsın?” Durduk yere böyle bir şey sormazdı İvam. Bir şey mi duymuştu üçüncü kulağıyla? “Karamsar şeyler düşünürken dinliyorum seni bu aralar.” “Bilmem... Karamsarlık, bu topraklarda ortak bir duygu haline geldi neredeyse. Kim karamsar değil ki İvam? Bir yandan mafyalaşan medyalar, devletleşen mafyalar, yolsuzluk çeteleri, diğer taraftan cenazeler, ekonomik kriz ve türlü saçmalıklar...” “Ama sen, her zaman karamsarlığa karşı çıkardın. Spinoza filan okurdun böyle zamanlarda.” “Bilmem... Bazen Flaubert gibi düşünmek istiyorum. ‘Benim politikadan anladığım tek şey, ayaklanmadır.’ diyor ya. Birileri Flaubert’in bu sözüyle dalga geçip yüzeysel filan dese de, benim çok hoşuma gidiyor. Birileri politikadan bahis açınca, ayaklanacaksak konuşalım demek istiyorum Flaubert gibi. Ayaklanmayacaksak lütfen konuşmayalım.”

“Flaubert’in bu sözünü bilmiyordum. Hani şu ünlü bir romancı olan Flaubert mi söylemiş bunu?” “Evet, ta kendisi. Bugün Mehmet Rifat’ın hazırladığı “Roland Barthes: Yazma Arzusu” adlı Sel Yayıncılık’tan çıkan bir kitap geldi. Kitapta Barthes’ın bir konuşması var. Şöyle diyor konuşmasında Barthes: ‘Dil, ne gericidir ne de ilerici, yalnızca faşisttir.’ Roland Barthes gibi, göstergebilimin kurucusu bir düşünür, üniversitedeki kürsüsünden böyle haykırabilmiş İvam. Tüm hayatını dile adamış ve ilgilendiği alanlarda çığırlar açmış, kendi kuşağını ve sonraki kuşakları, yaklaşımı ve yapıtlarıyla derinden etkilemiş birisinin “dil, faşisttir” yargısı, tüyler ürpertici geldi bana. Delirdiği için filan böyle konuşmuyor Barthes. Bu çıkışıyla dildeki iktidar söylemine dikkat çekmek istiyor aslında. Dilin egemenlerin ve ideolojilerin gizli bir silahı olarak hakikat yanılsaması yaratmak için kullanımı, özellikle Foucault gibi düşünürlerin de yakından ilgilendiği bir mesele olmuştu. İktidar söylemi, Barthes’ın altını çizdiği gibi sadece iktidarların değil, özgürleştirici ve iktidarları yadsımaya yönelik söylemler geliştirenlerin de dahil olduğu bir şey olduğunu altını çiziyor ısrarla bu konuşmasında. Bu, durumu zorlaştıran bir etken olsa da sadece ‘iktidar’a karşı değil, ‘iktidarlar’a karşı’ bir savaşım içinde olunması gerektiğini söyleyen Barthes’ın uyarısı, sadece bu konuyla ilgilenenlerle sınırlı kalabilecek bir uyarı da değil. İktidarın her yerde olduğunu işaret eden ve yapıtlarıyla da gösteren Foucault’yla Barthes’ın uyarısı birbirini tamamlayıp onları aynı cephede buluşturuyor, aralarında kimi farklılıklar olsa da.”

“Kitabı Mehmet Rifat mı hazırladı demiştin değil mi” diye sordu İvam, kitabın bulunduğu rafa sıçrayarak. “Evet, o hazırlamış. Peşpeşe kitap çıkartıp duruyor, sevgili eşi Sema Rifat’la birlikte. Hatta kitapta yer alan Barthes’ın ‘dil faşisttir’ diyen makalesini okurken, bir dipnotta yakında YKY’den “Bir Deneme, Bir Ders: Eiffel Kulesi ve Açılış Dersi” adlı Barthes’ın başka bir kitabının daha çıkacağını da müjdeliyor. Mutlaka yine Mehmet Rifat hazırlamıştır o kitabı da. O makale, o kitaptan alınmış bir parçaymış çünkü. Bu kitapla birlikte Roland Barthes’ın ‘Ara Olaylar’ adlı bir kitabı da çıktı aynı yayınevinden. Onu da Sema Rifat çevirmiş. Bazen, Mehmet Rifat ve Sema Rifat’ın, onlarca kişiden oluşan bir çalışma grubunun ortak adı olduğunu düşünüyorum. Hızlarına yetişmek mümkün değil.”

“Mehmet Rifat’ı ve Sema Rifat’ı tanıyorum” dedi İvam. “Kedilere çok düşkünler. Onları sık sık, bahçelerindeki kedileri beslerken görüyorum. Ya da o bahçeye köpekler dadanınca, çıkıp kedileri korurlarken. Kediler ve kitaplarla dolu bir hayat... Öyle insanların olması, nasıl biz kedilere moral veriyor ve insanların tümünden nefret etmemizi engelliyorsa, sen de bu üretimlere bakarak o morali ve gücü kendinde toplayabilirsin.”

“Aslında öyle yapıyorum İvam. Ama televizyonu ve gazeteleri açınca, topladığım o moralin tümü uçup gidiyor. Enis Akın’ın henüz yayımlanmamış bir şiirinde sorduğu gibi: ‘soruyorum nasıl iyi insanlar olacağız? lan nasıl’. Enis Akın, bunun pek mümkün olmadığını söylüyor şiirinde.” “Belki de bu soruyu sormakla başlayacak her şey” dedi İvam. “Sokrates, sokaktaki insanlara ‘Kendinize özen gösteriyor musunuz’ diye sorarmış. Bunu Foucault’nun bir kitabında (Özne ve İktidar, Ayrıntı Yay.) okumuştum İvam. Foucault, Sokrates’in ölürken bile, başkalarının kendilik kaygısı için kaygı duyduğundan bahsediyordu o kitapta. Yani Sokrates, herkesin kendisi için doğru biçimde kaygılanmasını, kendisine özen göstermesini istiyordu. Yoksa, salt başkaları için kaygılanmak hiçbir işe yaramaz. Kendimiz için ‘doğru biçimde’ kaygılanmak için de, felsefeye ve sanata büyük ihtiyacımız var. Felsefeyi ve sanatı, yararsız gören zihniyetle mücadele etmek, kötülükle mücadele etmek anlamına geliyor böyle bakınca.” İvam, gülümsedi benim bu sözlerime. Nedense, birden kendimizi ‘iyi’ hissetmiştik.

Bülent Usta (Birgün, 24 Eylül 2008)

0 yorum: