KANATLARI KANA BULANMIŞ GÜVERCİNLER...

Posted: 22 Ocak 2010 Cuma by bülent usta in
0

Üç yıl evvel, 19 Ocak 2007’de göz göre göre Hrant Dink vuruldu.
Ve dün 19 Ocak’tı…
Kendimi dışarıya attım... Yürüdüm bütün gün... Hani 23 Ocak 2007’de yüz binlerle yürümüştük ya, işte öyle yürüdüm yine aynı yolları... O gün orada olan şeye neden o kadar çok şaşırıldığını düşündüm. Hrant için yüz binlerin sokaklara dökülebileceğine neden bu kadar şaşırmışlardı? Halkın, vatan-millet maskesi altında yapılan iktidar ve çıkar savaşlarından bıkmış olması, Hrant gibi özgürlükçü insanları aç kurtların telef etmesinden usanmış olması, neden onlara anlaşılmaz geliyordu ki? O yürüyüş, “Hepimiz Ermeniyiz!” sloganıyla, ırkçılığın dibine kibrit suyu döktüğü için mi, bu denli telaşa kapılmışlardı? Yüz binlerce insanın “Hepimiz Ermeniyiz” demesi, Hrant’ı uğurlamanın en anlamlı haykırışı olması dışında, ırkçılığın düğüm noktasının Ermeni meselesi olduğunu da gözler önüne seriyordu. Irkçıların hain olarak gördükleri Kürtleri, Ermeni olarak etiketlemeleri, CHP milletvekili Canan Arıtman’ın büyük bir heyecanla Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kökeninin Ermenilere dayandığını iddia etmesi, Abdullah Gül’ün de hiç vakit kaybetmeden özbeöz Türk olduğunu açıklaması, Ermeni meselesinin, ırkçılık konusunda kilit bir mesele olduğunun en önemli kanıtları bence...

İsrail’de “Hepimiz Filistinliyiz!”, Almanya’da “Hepimiz Türküz!”, ABD’de “Hepimiz Arabız!” demenin, hepimizin insan olduğu gerçeğini haykırmanın bir başka yolu olduğunu bile kavrayamıyor oluşları, ırkçılık zehirini kültürlerin kanından temizlemenin pek de kolay olmayacağını gösteriyor. Ama ırkçılık zehirinin, insan beynine verdiği zararı düşününce, bu durum pek de şaşırtıcı değil. Etrafınızdaki ya da medyadaki ırkçılara, şair bile olsalar yaptıkları açıklamalara bakınca, ırkçı birisine ait bir beynin, normal bir beyin gibi çalışmadığını rahatlıkla görebilirsiniz. Tuhaf fanteziler, karşı konulamaz bir öç alma isteği, aşırı alınganlık, kendini aşağılık bir biçimde yüksekte görme istenci... Mesela toplama kampları, bu zehri taşıyanların fantezilerinden sadece birisi... Yakaladıkları her fırsatı, korkunç bir katliama dönüştürmek için sabırsızlandıklarını, linç girişimleri sırasında görmek mümkün... Sevgili Hrant’ı da, mahkeme önlerinde linç etmeye kalkışmamışlar mıydı? Hatta aralarında, ressamlar, yazarlar filan da vardı...

19 Ocak’ta yürüdüm bütün gün... Yürüdükçe içimin açılacağını düşünmüştüm. Ama kalbim, içime akıyordu sanki... Hrant’ı katledenlerle poz verenler, o katillere şarkı yazanlar aklıma geliyordu. Hrant Dink’in avukatları Fethiye Çetin ve Deniz Tuna’nın, geçen bu üç yılı değerlendiren raporunu okumuştum daha yeni... Diyorlardı ki, devletin birimleri Hrant’ı izliyordu. Aynı birimler, Hrant’ın katillerini de izliyordu... Öyleyse...

Abdi İpekçi’yi öldüren Mehmet Ali Ağca, tesadüf olsa gerek, tam da bugünlerde serbest bırakılmıştı. Onun için özel olarak kiralanmış bir villada yaşayacağı yazıyordu gazeteler. Ona bir film yıldızıymış gibi muamele yapıldıkça, nasıl yeni Ağcalar çıkmasın ki? Ama bu ayrıcalık, sadece belli tür katiller için geçerli. Bu katiller de, aydınları, gazetecileri, yazarları öldürenler oluyor genellikle...

Hiç düşündünüz mü, İpekçi cinayetiyle Dink cinayeti arasındaki paralellikleri... Öldüren kişilerin siyasi görüşlerinden, öldürenlerin dolaylı ya da dolaysız kollanışına, cinayetin tüm sorumluluğunu birkaç kişinin üzerine yıkarak cinayet emrini verenlerin, cinayete göz yumanların yeterince üzerine gidilemeyişine kadar, o kadar çok benzerlik var ki...

18 Ocak’ta, bu türden cinayetlerde kaybettiğimiz aydınların aileleri, ortak bir basın açıklaması yaptı. Behçet Aysan Ailesi, Cavit Orhan Tütengil Ailesi, Cevat Yurdakul Ailesi, Doğan Öz Ailesi, Hrant Dink Ailesi, İlhan Erdost Ailesi, Kemal Türkler Ailesi, Metin Altıok Ailesi, Metin Göktepe Ailesi, Musa Anter Ailesi, Nesimi Çimen Ailesi, Onat Kutlar Ailesi, Sevinç Özgüner Ailesi, Turan Dursun Ailesi, Uğur Mumcu Ailesi, Ümit Kaftancıoğlu Ailesi...

Bu, acılı olduğu kadar onurlu aileler, basın açıklamasını toplumsal sorumlulukla dolu şu cümlelerle bitiriyorlardı: “Ağca ve benzerlerini, düşünceyi kurşunla susturmaya çalışan, kurbanını tanımadan öldürenleri övmek insanlık suçudur. Kınamak, eleştirmek ve kötü örnek olarak göstermek politik düşünceden bağımsız olarak hepimizin görevidir. Başta toplumun ana yön vericisi olan medya kurum ve kuruluşları olmak üzere, herkesi sorumlu olmaya ve piyon pozisyonuna düşmeden insanlık erdemine sahip çıkmaya çağırıyoruz.”

Bu açıklamanın içindeki o yürek ağrısını hissetmemek mümkün değil... Bu katillere film çekecek, şarkı besteleyecek, kitaplarını yazıp reklamlarını yapacak herkes, o katillerin döktüğü kanla beslenen mahlukatlar olarak anılacak sonsuza dek...

Kendimi düşüncelerimin hızına kaptırmış yürürken, ayaklarımın beni Hrant’ın öldürüldüğü yere götürdüğünden habersizdim. Hrant, sanki aynı yerde, aynı şekilde yatıyordu. Bu bir histen çok, kesin ve net bir düşünceydi... Sevgili Hrant’ı biz gömmemiştik... Tıpkı öldürülen diğer aydınlarımızı gömemediğimiz gibi... Kanatları kana bulanmış güvercinler uçuyordu sanki gökyüzünde... Denizin üzerinde kanatlarını yıkayacak bir damla su bulamayan güvercinler... Hrant Dink cinayeti tüm yönleriyle aydınlatılmadığı sürece, kanatları kana bulanmış güvercinler eksik olmayacak gökyüzünden...

Bülent Usta (Birgün, 20 Ocak 2009)

0 yorum: