VİTA NOVA

Posted: 9 Haziran 2010 Çarşamba by bülent usta in
0

Dışarıda fena halde yağmur yağıyor. Pek çok işi aynı anda yapmak zorunda kaldığım için, perişan olmuş bir halde, pencereden yağmurun yağışını izleyerek dinlenmeye çalışıyorum. Suyun arındırıcı, rahatlatıcı etkisi…

Yazmak da benim için arındırıcı bir eylemdi. İşler kötüye gittiği zaman, kâğıdı kalemi alıp balıkçı kahvesinin yolunu tutardım eskiden. O kahvede, yetmişinde Fransızca öğrenmeye çalışan Hasan Amca’nın masasına oturur, bol karbonatlı çaydan içip balıkçıların hikâyelerini dinlerken kalemim kontrolden çıkıp kâğıda kendi başına bir şeyler yazmaya koyulurdu. Dalgaların iskeleyi aşmaya çalışan çırpınışı, yazdığım sözcüklerin çırpınışına eşlik eder, gecenin ilerleyen saatlerinde, dalgalardan ve sözcüklerden sersemlemiş bir halde evin yolunu tutardım. Sadece zamanın ya da bilincin değil, mekânın da yazıyı etkilediğinin bir ispatıydı benim için yaşadığım o anlar. Bazı şeyler, sadece balıkçı kahvelerinde yazılabilir. Bazı kitapların sadece geceleyin ya da âşıkken okunması gerektiği gibi.

Balıkçı kahvesinde hiç şiir okumazdım nedense. Felsefe ve eleştiri kitaplarını okumayı tercih ederdim. Sayfalardaki sözcükler, sanki biraz sonra buharlaşıp uçacakmışcasına, aceleyle notlar alarak okurdum onları. Balıkçı kahvesinde en çok kafama takılan konulardan birisi de, yazma arzusuydu. Bir insan niçin yazar ya da yazmaz? Balıkçıların balık tutma arzusuna benzetirdim yazma arzusunu. Kimi ekmek parasını çıkarmak ve belki de zengin olma hayaliyle balık tutardı, kimi sadece balık tutmuş olmak için, kimi de başka bir şey yapamayacağına inandığı için. Ama içlerinde o arzu olmasa, balıkçılığın o zor koşullarına dayanamazlardı. Kışın tuz fıçısı içinde ölü bulunanlar olurdu, soğukta donmuş. Eskisi kadar balığın olmamasından şikâyet ederlerdi, tıpkı edebiyatın toplumlar için eski önemini kaybettiğinden şikâyet edilmesi gibi. Balıkçılar, pek çok açıdan yazarlara benzerlerdi. Günlerce balığa çıkıp da eli boş dönen balıkçıların hüznü, günlerce tek bir satır ya da dize yazamayan yazar ve şairlerin hüznüne benzerdi. Sadece bilgi ya da emek yetmez iyi balık tutmak için. İşin içinde sezgi de olmalı, şans da, yetenek de… Ama bilgi ve emek olmadığı zaman ne sezgi, ne de yetenek bir işe yarar. Öncelikli olan bilgi ve emektir. Yeteneksiz de olsanız, işin tekniğini bildiğiniz sürece balık tutma ihtimaliniz her zaman vardır. Gençlerin zayıf noktası da bilgi ve deneyimden çok, yetenekleriyle yazar ya da balıkçı olabileceklerine inanmalarıdır genellikle.

Romanın Hazırlanışı Tamamlandı!

Roland Barthes’ın Mehmet Rifat ve Sema Rifat çevirisiyle “Romanın Hazırlanışı” adlı son kitabının ikinci cildi yayımlandı Sel Yayınları’ndan bugünlerde. Kitabın ilk cildi 2007’de yayımlanmıştı ve kitap elime geçer geçmez soluğu o balıkçı kahvesinde almıştım. Benim için tam anlamıyla bir okuma şöleniydi. Ama “Romanın Hazırlanışı”, ancak ikinci cildinin de yayımlanmasıyla tam olarak aralamış olacaktı yaşamdan yapıta dönüşen gizlerin kapısı. Mehmet Rifat ve Sema Rifat’ın üç yıla yayılan yoğun ve titiz çalışmasıyla ikinci cilt de Türkçede hayat buldu sonunda. Kitap elime geçince, büyük balık tutmuş bir balıkçı gibi içimin sevinçle dolduğunu itiraf etmeliyim. Yazma arzusuyla yaşayan birisi olarak, başucu kitaplarımın arasına bir yenisi daha eklenmişti çünkü. Bu kitabı ancak Mehmet Rifat gibi, göstergebilim, dilbilim, çeviribilim ve eleştiri kuramları üzerine çok sayıda çalışmaya imzasını atmış, çeviriler yapmış, üstüne üstlük, “Romanın Hazırlanışı”nı yaratan Collège de France’taki derslere katılmış birisi Türkçeye kazandırabilirdi. Sema Rifat’ın da ne kadar iyi bir çevirmen olduğunu bilen bilir. Böylesine güvenilir ellerden çıkmış, Roland Barthes’ın “son yapıt”ı olduğu kadar “baş yapıt”ların birisi olan bu kitap, gerçek bir edebiyat olayı benim için. Yazılarımda bu iki cilde sık sık geri dönüşler yapacağım kesin.

Roland Barthes, Mehmet Rifat’ın kendisiyle yaptığım bir söyleşide belirttiği gibi, bu kitaba konu olan derslere, annesini kaybettikten sonra başlamıştı. Amacı, tıpkı Proust’un annesi öldükten sonra, belki de annesiz bir dünyayla baş etmek için roman yazmaya başlaması gibi, roman yazarak yeni bir hayata (Vita Nova) başlamaktı. Bunun için çeşitli notlar almaya, günceler tutmaya başlar Barthes. Ama bu “Vita Nova”nın etrafında çeşitli sorulara kafa yormaya başlayınca, bu “roman hazırlığı” sürecini, derslerinin konusu yapmaya karar verir. Barthes’ın annesine ne kadar düşkün olduğunu, annesinin ölümünden sonra tuttuğu “Yas Günlüğü”nde görmek mümkün. YKY’den çıkan “Yas Günlüğü”nü, yine Mehmet Rifat ve Sema Rifat Türkçeye kazandırmıştı.

Bu kitapta karşımıza çıkan Barthes, Mehmet Rifat’ın sözleriyle, “yaşama artık bir metne verdiği önem kadar önem veren, ya da yaşamı da bir metin olarak okuyan, salt bilimsel terimlere dayalı bir yaklaşımla yazınsal sorunlara bakmanın nerelerde tıkanacağını göstermeye çalışan, Özne’nin sansür edilmesine karşı çıkan, anadilinin sınırlarını zorlamaya giderek daha çok özen gösteren” bir son Barthes’tır. Barhes’ın “1950’lerde başlayan serüveninin 1978-1980’deki son aşaması” bu kitapla görünür hale gelmiştir.

“Romanın Hazırlanışı”nın ikinci cildini kolumun altına alarak, yağmura yakalanmadan balıkçı kahvesinin yolunu tuttum. Hasan Amca’yı, aynı masada Fransızca çalışırken bulur muyum bilmem ama, orada Barthes’la uzun bir sohbetin içinde olacağım kesin.

Bülent Usta (Birgün Gazetesi, 9 Haziran 2010)

0 yorum: