KASSANDRA LANETİ

Posted: 8 Temmuz 2009 Çarşamba by bülent usta in
0

Kumburgaz’da gene UFO’lar görülmüş. Hatta tam da o sırada, Kumburgaz’daki bir otelde UFO konferansı düzenlenirken yaşanmış bu… Lanetli yıl 2012’de dünya dışı yaratıkların saldırısına uğrayacakmışız. Mayalar, çok önceden bu durumu kendi takvimlerine de yansıtmışlar. 21 Aralık 2012’de doğamız ters yüz olacak ve evren yeniden yaratılacakmış. Bu 2012 felaketi öylesine ilgi çekici bir konu ki, daha şimdiden 2012’ye dair filmler ve belgeseller yapılmaya başlandı.

Dünya dışı canlıların var olduğuna her ne kadar inansam da, bana bu UFO meselesi genel kanının aksine dünyalıymış gibi geliyor. Gökyüzündeki o ışık saçan, bir görülüp bir kaybolan nesnelerin aslında geçmişe yolculuk yapan biz insanlara ait olması, dünya dışı yaratıkların ziyaretinden daha mantıklı bence. Hani “UFO karşıtları”nın madem geliyorlar, kafalarına taş yemelerine rağmen neden hiç tepki vermiyorlar eleştirisine de bir yanıt olabilir bu zaman yolculuğu… Geçmişe yolculuk yapan bu gelecekteki insan neslinin, zamanda bir kırılmaya neden olmamak için insanlardan uzak durdukları düşünülebilir. Ya da henüz deney aşamasını geçemedikleri için temas kuramıyorlardır belki de... Yaşadıkları sorunların kökenini geçmişte arayıp, doğayı yok eden, açlıktan ölen her çocuğa karşılık yüzlerce silah üreten, her şeyi çılgınca tüketen, yaşadıkları tüm felaketlere rağmen ne ırkçılıktan, ne de savaşlardan vaz geçmeyi becerebilen atalarını anlamakta zorlanıyorlardır muhtemelen. Hele ki toplama kamplarını, işkencehaneleri hiç mi hiç anladıklarını sanmıyorum.

Gelecek denilince aklıma hep “Kassandra Laneti” gelir. Okuduğum ya da yazdığım her şeyde o lanetin varlığı dolaşır sanki. Okuyan ya da yazan herkesin de o lanetin taşıyıcısı olduğuna inanırım. Hani Apollon’un âşık olduğu Truva'nın son kralı Priamos'un kızı Kassandra vardır ya…Geleceği görmek isteyen bu kadın, kendisine âşık olan Apollo’yla tek bir şartla birlikte olacağını söyler: Eğer Tanrı Apollo, ona geleceği görme yetisi verirse… Apollo da, bu olağanüstü güzel kadının ağzına tükürerek geleceği görme yetisi verir. Apollo, sözünü tutar ama, bir rahibe hayatı sürmek isteyen Kassandra, Apollo’yla ya da herhangi birisiyle birlikte olma niyetinde değildir. Aldatıldığını düşünen Apollo, Kassandra’ya öylesine kızar ki, onu lanetlemekten kendisini alamaz. Kassandra, hayatı boyunca geleceği görecek ama gördüğü şeye kimseyi inandıramayacaktır. Truva Savaşı'nı ve savaşın sonucunu görmesi, Truva atının bir tuzak olduğunu söylemesi de bir işe yaramayacak, babası savaşta yenilecek ve Agamemnon’nun cariyesi olacaktır Kassandra… Başına gelenler bununla da kalmayacak, Agamemnon’un karısı tarafından vahşice öldürtülecektir. Ve zavallı Kassandra, tüm bu olup bitenleri önceden görmek zorunda kalacaktır...
Kassandra lanetini hissedenin sadece ben olmadığımı, Esen Ezgi Taşcıoğlu tarafından Türkçeye aktarılan ve YKY’den çıkan Alberto Manguel’in “Kelimeler Şehri” adlı kitabı sayesinde öğrendim. Ötekileştirme ve çokkültürlülük meselelerine edebiyatın içinden bakan, edebiyatın insanlığın birarada yaşamasını kolaylaştıran büyülü gücünden bahseden kitapta yer alan denemelerden birisi de bu lanete ayrılmıştı. Manguel’i “Okuma Tarihi” ya da “Hayali Yerler Sözlüğü” gibi kitaplarından anımsamanız muhtemel.

Manguel, hayatı sürgünlerde geçmiş bir yazar olan Alfred Döblin’i incelerken, “Kassandra Laneti” ve Platon’un sanatçılardan neden hoşlanmadığını da mercek altına alıyor. Platon, bildiğiniz gibi tüm Kassandraları, yani sanatçıları Cumhuriyet’ten sürgün etmek gerektiğine inanıyordu. İşin tuhaf tarafı, günümüze kadar pekçok hükümetin Platon’un bu önerisini epey ciddiye alıp, bir tedbir olarak sıklıkla uygulamaları. Çünkü sanatçılar, hiçbir zaman siyasetçiler gibi insanlara hazır reçeteler, kurallar ve açıklık sunmaz. Yani gerçek bir sanat ürünü, hiçbir zaman dogmaya dönüşmez ve dogmalara inananları da aptal durumuna düşürür sıklıkla. Platon gibi mutlak bir sistem yaratmak isteyenler, bu yüzden şairlerin güvenilmez sözcüklerinden alabildiğine korkarlar. Çünkü edebiyat, her zaman düşünülmez olanı düşündürtebilir, şekil verilmek istenen ruhları bir bulutmuş gibi önüne katıp bilinemez yerlere götürebilir. Mayakovski’nin “Pantolunlu Bulut” şiirinde bahsettiği gibi, “çıkarım insanlıktan, dönerim pantolonlu bir buluta!”

Bu yüzden sanatçılar, alay edilme, dışlanma, horlanma, sürgün, hapis ya da ölümle karşı karşıya kalırlar sıklıkla. Bazen onların intihar ettirildiğine de tanık oluruz. Tek bir şartla Platon’un Cumhuriyet’inde yaşayabilirler: Ruhlarını ve yeteneklerini Cumhuriyet’in kutsal değerlerine teslim eder, piyasanın kurallarına boyun eğerlerse… Sanırım bunun için de gönüllü olacaklar her zaman vardır.

Manguel, Alfred Döblin’in bir tespitinden de bahsediyor kitabında: bu dünyadaki adalet eksikliği, başka bir gerçekliğin varlığını kanıtlar sadece. Dinsel ya da metafizik bir gerçeklik değildir bu. Başka bir dünyanın inşa edilmesini sağlayacak şey, insanların gerçekliği başka türlü düşünüp yaşamasında aranmalıdır. Bu da edebiyatın ve sanatın varoluşumuzdaki önemini açıklar.

Peki bu başka türlü düşünme ve yaşama istencini, edebiyat nasıl harekete geçirebilir? Ali Teoman’ın Sel Yayıncılık’tan çıkan öykü kitabı “Horasan Elyazması”ndaki öykülerinden birisinde yazdığı gibi: “ her şey / her şey / varolabilecek varlığından haberdar olunabilecek her şey / öylesine eskimiş öylesine köhnemiş”tir ki, işte bu köhnemişlik teşhir edildiği sürece, başka türlü düşünüp yaşamanın imkânları bulunabilir ancak. Ali Teoman’ın rahatsız edici bir yazar oluşu, onun bu teşhir merakından ve gerçekliğin farklı katmanlarında gezinme arzusundan kaynaklanıyor nihayetinde. Aslında “iyi edebiyat” dediğimiz her üründe bunu gözlemleyebiliriz. Örneğin bugünlerde yayımlanan kitaplar arasında, Can Yayınları’ndan çıkan Eduard Marques’in “Brandes’in Kararı”nda da, Sel Yayıncılık’tan çıkan Javier Marias’ın “Duygusal Adam” nda da, YKY’den çıkan Sándor Márai’nin “Eszter’in Mirası” adlı romanında da rastlayabiliriz bu duruma…

Az evvel gökyüzünde yanıp sönen ışıklar gördüm… Sadece lanetlenen değil, lanetleyen Kassandralara benziyordu bu ışıklar…

Bülent Usta (Birgün, 8 Temmuz 2009)

0 yorum: