FOTOĞRAF HAYATLAR

Posted: 27 Mart 2010 Cumartesi by bülent usta in
0


Herkes bir fotoğrafta yaşıyor aslında. Fotoğrafta yaşıyor derken, herkesin kendisini bir fotoğrafın içinde görmesinden bahsediyorum. Susan Sontag, “Fotoğraf Üzerine” adlı kitabında değinir bu meseleye. Kendimizi bir fotoğraftaymışız gibi görmeyi öğrenişimizden bahseder. Peki ya, içinde olduğumuz o fotoğraf, başkalarına nasıl gözükür? Güzel, çirkin, anlamlı, anlamsız…

Barthes’ın “Camera Lucida”da bahsettiği gibi, fotoğraf, özneyi nesneleştirir. Zaten bütün problem de, kimin özne, kimin nesne olduğu gerçekliğiyle alakalıdır. Her fotoğraf, bakan kişiye göre farklı anlamlar taşıdığı için, o fotoğraflara nasıl bakılması gerektiği, fotoğrafın kendisinden daha önemli bir hale gelebiliyor. Hrant’ın katiliyle aynı fotoğraf karesi içinde bulunmak için itişip kakışanların, başkalarının tiksintiyle baktığı o fotoğraflarda övünç içinde yaşayacak olmaları gibi. Ya da herkesin kafasında 1915 tehcirine ait başka bir fotoğrafın olması gibi... Aslında fotoğraf, aynı fotoğraf. Yerinden yurdundan, çeşitli nedenlerle sürgün edilenlerin dramı... Bu dramın kendisi başlı başına önemli bir meseleyken, o fotoğrafta nasıl göründüğümüz bizim için daha önemli olabiliyor.

Hayatın akıp giden bir şey olması, bir fotoğrafın içinde yaşıyor olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor aslında. Nedir o fotoğraf? Gördüğümüzü sandığımız şey, aslında baktığımız şeyden farklı olabilir mi? Bakışımızı, yaşadığımız kültür, içinde bulunduğumuz zaman, kişisel tarihimiz ve sahip olduğumuz ideoloji ne derece etkiler? Aslında “teori”nin Arapçası “nazariye”, bir ipucu veriyor. Nazariyenin kökeni “nazar”dan, yani “bakış”tan geliyor çünkü.

YKY tarafından yayımlanan “Sanat Dünyamız” dergisi, “Sanatta Güzel Beden”i ele alıyor son sayısında. “Birgün” yazarlarından Rahmi Öğdül’ün de yazısının olduğu dergide, Marcel Proust’un ressamlar üzerine yazılarından birisi de var. Roza Hakmen’in çevirdiği yazı, ünlü Fransız ressamlarından Gustave Moreau’yla ilgili. Moreau’nun resmine, Proust’un gözüyle bakmanın incelikli hazzını yaşarken, bakışın kendisinde, bakılanı ortaya çıkaran büyük bir gizin bulunduğunu daha iyi anlıyor insan. Aslında bir sanatçı, öncelikle içinde yaşadığı o fotoğrafı anlatır bize. Hatta, sadece o fotoğrafı anlatır ve biz o fotoğrafta, kendi görmek istediğimiz, ya da görebildiğimiz ayrıntılara yoğunlaşırız, sanatçının niyetinden bağımsız olarak. Proust da, Monreau’nun ne yapmak istediğini anlayamayacağımızı söyler yazısında. Peki, ressamın niyetini anlamanın bir önemi var mıdır? Bazı eleştirmenler için, önemsizdir bu durum. Metin yoktur, yorum vardır derler bize. Bunda, bir haklılık payı olsa da, amaca göre değişen bir durumdur bu. Bazen sanatçının niyeti de önemli olabilir. Ama, tam olarak emin olamayız o niyetin gerçekliğinden. Hatta sanatçının kendisi bile, gerçekte niyetinin ne olduğundan habersiz olabilir. Örneğin Heinlein gibi militarist bir yazarın “Yaban Diyarlardaki Yabancı” adlı romanı Hippilerin kült kitabı haline dönüşebilir. Ya da solcu bildiğimiz bir şair ya da yazarın, yıllar sonra aslında faşist olduğu gerçeğiyle karşılaşıp şaşırabiliriz.

Aslında herkes bir fotoğrafta yaşıyor. Ama o fotoğrafın ne kadarını görebildiğimiz kuşkulu... Bize o fotoğrafı gösterecek yegâne şey, başka fotoğraflara, hayatlara bakarak mümkün olabildiği için belki de, sanata ihtiyaç duyarız.


Kaja Silverman’ın 2006’da çıkan “Görünür Dünyanın Eşiği” adlı Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan kitabında, Fanon’a dair bir bölüm var. Fanon, sık sık sinemaya gidermiş. Kendi kendisiyle yüz yüze gelebilmek için gidermiş sinemaya. Çünkü siyahların pek bulunmadığı sinemada, beyazların bakışlarını hissedermiş üzerinde. Bakışlarıyla onu didik didik eden beyazlar sayesinde, siyahlığını keşfedermiş. “Yamyamlıkla, zekâ geriliğiyle, ırksal kusurlarla, kürek mahkûmlarının uğultusuyla ve her şeyden çok da ırzına geçilmiş körpe zenci kızların yürek parçalayıcı çığlıklarıyla” kendisini izlermiş. Beyazların onu yerleştirdiği o fotoğraf karesini bu sayede görürmüş. Silverman, Fanon’un bu sayede, kendi imajıyla bir savaş haline girdiğini ve yapıtlarının temel dinamğinin de bu savaş sayesinde şekillendiğini söylüyor. Beyazların kendisini görme biçiminden, beyazlara ait fotoğrafı da görür aynı zamanda Fanon. Onların kusur diye gördüğü şey, kendi kusurlarını perdeleme amacına hizmet etmektedir çünkü.

Bülent Usta (Birgün, 17 Mart 2010)

0 yorum: