GELECEĞİN İZİNDE-1

Posted: 10 Aralık 2008 Çarşamba by bülent usta in
0

Pencereden bakarken görür gibi oldum onu. Halbuki yağan yağmuru izlemek için bakıyordum pencereden. Hızla dışarı koştum. Onunla konuşmak istiyordum. Ama az evvel pencereden görür gibi olduğum halde, sokakta yoktu. Yağmurdan ıslanmış, aramaktan vazgeçip bir kahvehanenin pencere kenarındaki bir masasına oturdum ben de.

Çayımı söylemiş, oturduğum masadaki gazeteleri karıştırıyordum ki okuduğum gazetenin tuhaf bir gazete olduğunu fark ettim. Tuhaftı, çünkü 26 Kasım 2018 gününe ait bir gazeteyi tutuyordum elimde. Yani tam 10 yıl sonrasına ait bir gazete... Bunun bir şaka olduğunu düşünüp kahvehanedekilerin suratlarına baktım dikkatle. Birisinin benim şaşkınlıktan çarpılmış yüzümü görüp kahkaha atmasını bekledim. Kimsenin güldüğü filan yoktu. Ya televizyon izliyor, ya okey oynuyor ya da boş boş etraflarına bakınıyorlardı. Sonra gazeteyi incelemeye koyuldum. Şaka olduğuna dair küçük de olsa bir ipucu aradım.

Şöyle başlıklar yer alıyordu gazetede: ‘Kapitalizmin Son Kalesi De Yıkıldı!’ Bu başlığın altında da şöyle yazıyordu: “ABD’de son on yılda gerçekleşen ekonomik krizler sonucunda işsizlerden oluşan yüz binlerce kişi Beyaz Saray’ı işgal etti. ABD Ordusu, kendi halkına karşı silah kullanmayacağını açıkladı. Son olaylardan sonra Havana’da acilen toplanan Yeni Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, ABD’ye yönelik gerçekleştirilen ambargoyu kaldırdığını açıkladı.”

Sonra bir başka başlık: ‘Nükleer Santral Yapılmasına Onay Verenler Yargılanıyor!’ Yine bu başlığın altında şöyle yazıyordu: “Üç yıl evvel nükleer santralda gerçekleşen radyoaktif sızıntıdan sonra ölenlerin yakınlarının açtığı dava Yüksek Mahkeme’ce kabul edildi. Nükleer Santral yapılmasına onay veren eski hükümet yetkilileri, inşaatını yapan firma ve o firmada çalışan mühendisler, çevrecilerin tüm uyarılarına rağmen halkın sağlığını tehlikeye attıkları için yargılanacaklar.”

Okudukça şaşırıyorum. Eğer bu bir şakaysa, dünyanın daha iyiye gideceğine dair yalanlar söyleyerek bana moral vermek istemiş olmalılar diye düşünüyorum. Ama gazeteyi okudukça, moral bozukluğumda bir değişiklik olmuyor. Nükleer santrallar, doğanın tahribatı ve binlerce kişinin ölmesiyle kapatılabilmiş ancak. Kapitalizm de onlarca krizden, Üçüncü Dünya Savaşı’na neden olduktan, yüz binlerce kişiyi öldürdükten, harap olmuş bir dünya yarattıktan sonra çekip gitmiş olacak, eğer bu gazete gerçekten on yıl sonrasına aitse. On yıl sonra bile olsa insanlığın uyanması, yine de çok iyimser bir ihtimal. Aslında mutlu olmam gerek.

Tam o sırada televizyonda bir haber spikeri, yaşanan ekonomik krize yönelik bazı öneriler dile getiriyordu: “Krizi atlatmak için herkes elini taşın altına koymalı. İşten çıkarmak yerine, herkesin maaşında kesinti yapılsın.” Sanki bu ekonomik kriz, deprem gibi, sel gibi doğal bir felaket. Sanki kapitalist düzenin hiç kabahati yok. Sanki bu krizde çalışanların da payı varmış gibi, bedel ödemesi isteniyor. Deprem gibi doğal bir felaketle karşı karşıya olduğumuz üzerinde durarak, yığınların krizlerle, savaşlarla, yoksullukla, sömürüyle, yozlaşmayla beslenen kapitalizmi sorgulaması engellenmek isteniyor. Eğer önümdeki bu tuhaf gazete doğruyu yazıyorsa, üstelik bu kriz daha başlangıç.

Kahveciyi çağırdım masaya telaşla. “Bu gazete kimin?” Kahveci, şaşkın ve ürkek: “Valla tıpkı sana benzeyen bir adamın elindeydi. Biraz evvel içtiği çayın bile parasını ödemeden çekip gitti. Yasak bir gazete mi? Neden sordunuz?” dedi. Bir yandan da elimdeki gazeteye bakmaya çalışıyordu. “Biraz tarif etsene o kişiyi” dedim merakla. “Sana benziyordu ama senden biraz yaşlıydı.” “Ne kadar yaşlı?” “On yaş filan galiba. Tanıyor musunuz?” “Evet. Abim olur benim” dedim, gazeteyi alabilmek için bir şey uydurmam gerekiyordu çünkü. “Onun içtiği çayın parasını da ödeyeceğim.” Kahveci sevindi ve gazeteyi yanımda götürmeme de sesini çıkarmadı.

Kahvehaneden hızla çıkıp eve doğru koşmaya başladım. Heyecandan ölecektim neredeyse. On yıl sonrasına ait olabilir miydi bu gazete? Bir tür zaman yolculuğu yaparak mı bana gelmişti? Peki ya o adam? Bana çok benzediğini söylemişti kahveci. Benim on yıl sonraki halime… On yıl sonraki halimle aynı masada oturup, aynı demliğe ait çaydan mı içmiştik? O kahvehane, bir tür zaman tüneliydi galiba. Ya da ben akıl sağlığımı yitirmiştim.

Eve varınca, bütün arkadaşlarımı arayıp gazeteden haberdar etmek istedim. Böyle bir nesne, eğer on yıl sonrasına ait olduğu ispat edilirse, kim bilir neleri değiştirecekti? Sonra içimi bir korku sardı. Eğer bu gazetenin varlığını istihbarat örgütleri de öğrenirse, bu gazetenin yaratacağı etkiyi yok etmek için bana bir komplo da kurabilirlerdi. Gazetenin sahte, benim de akıl sağlığımı yitirmiş birisi olduğumu söyleyerek gazeteye el koyup beni de bir tımarhaneye kapatabilirlerdi örneğin. Bu tür senaryoların işlendiği çok sayıda film izlemiştim. Ve ben sinemayı, hayat kadar ciddiye alırım. Hatta gerçeklik dediğimiz şeyin gerçeküstü hallerini düşünürsek, sanatı daha çok ciddiye aldığım bile söylenebilir.

Bu gazeteyi, bir tür hayal ürünü olarak yazarak tanıtma gereği duydum ben de. Böyle bir gazetenin varlığıyla ilgilenecek olan yetkililere, gazetenin hayal dünyama ait olduğunu söyleyecektim. Peki bu tuhaf gazeteden alıp yazdıklarım gerçekleşirse? O zaman da Kafka gibi yazarların yaptıkları edebiyat sayesinde bir medyummuş gibi geleceği gösterdiklerini delil olarak öne sürebilirdim.

Kapıyı iyice kilitleyip odama çekildim ve gazetenin sayfalarını çevirmeye başladım. Şu Havana’daki Yeni Birleşmiş Milletler Binası’nın fotoğrafını görünce, kahkaha atmaktan kendimi alamadım. Binanın önünde kocaman bir Che afişi vardı. Ezberlediğimiz gibi şöyle yazıyordu afişte: “Gerçekçi ol, imkânsızı iste!”

Bülent Usta (Birgün, 26 Kasım 2008)

0 yorum: