Denize Bakış

Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0

Bugün hava biraz rüzgârlı, yağmurla birlikte fırtınanın da geleceği söyleniyor. İşten çıkınca doğruca Balıkçılar Kahvesi’ne gidip Macit Amca’nın boş bıraktığı masaya oturdum. Balıkçılar, bugün denize açılmadıkları için kahvede vakit geçiriyorlar. Çantamda Macit Amca’nın kara kaplı defteri var ve niyetim o yokken, sanki onunla konuşurmuş gibi defterini okumak. O ağır ve ciltli koca defteri çantamdan çıkarıp masamın üzerine koydum ve çay söyledim kendime. Kim bilir neler vardı defterin içinde? Çayımı bitirene kadar açmadım defteri. Tam defteri açacağım sırada, Kungfu Hikmet çıkageldi, kahveye girer girmez de benim bulunduğu masaya yöneldi. Macit Amca’yı sordu, hasta dedim, hiçbir şey söylemeden önüne eğdi başını, sanki aklında bir şey varmış da hatırlamaya çalışıyor gibi düşüncelere daldı.

Kungfu Hikmet, Almanya’da boksörlük yapmış balıkçılardan. Almanya’da kazandığı bütün parayı uyanıklara çarptırdığı için, annesinin ona aldığı kayıkla balıkçılık yaparak hayatını kazanıyor yıllardır. Kafasına yediği darbeler yüzünden olsa gerek, tepkileri genelde çok yavaş, sorulan bir şeye dakikalar sonra yanıt veriyor. Daha önce yazılarımda kendisinden uzun uzun bahsetmiştim. Onunla karşılıklı otururken, kahvedeki diğer balıkçıları seyre daldım. Herkes ayrı ayrı masalarda, birlikte ya da yalnız oturmuş, televizyona bakıyor ya da gazete okuyor. Bazı masalarda tavla ya da okey oynayanlar, şakalaşanlar, Karadeniz’de gemisi batmış gibi kendi içine çökmüş olanlar… Herkes, yaklaşmakta olan fırtınayı bekliyor. Belki de kopmayacak fırtına, belki de çok yakın… Ama öyle bir duygu var ki balıkçıların yüzlerinde, fırtına kopsa da bir, kopmasa da… Umurlarında değil, tıpkı bu topraklarda yaşayan çoğu insanın, pek çok şeyi umursamayışı gibi…

Bir şeyler köklü bir biçimde ve üstelik insanların dışında gerçekleşiyor ve herkes oyun oynayarak, şakalaşarak ya da derin düşüncelere dalarak yaklaşan fırtınanın gelip geçmesini bekliyor. Bu duygunun gelişen sürece teslim olmakla bir ilgisi yok. İnsanları birarada tutan bağlardan bazıları çoktan kopmuş ya da kopartılmış. Şimdi bu barış sürecinin istikameti, o bağları ya yeniden kuracak ya da tamamen kopartacak...

Kungfu Hikmet, birden daldığı düşünceden başını kaldırıp: “Kimse hayatını zora sokmak istemiyor. Artık herkes kolaycı” dedi… Kungfu Hikmet’in bir an düşüncelerimi okuduğunu düşünerek tedirgin oldum.  “Kopmayacak fırtına” dedi, “ama ne olur olmaz deyip kimse balığa çıkmıyor.” Sonra birden alakasız bir biçimde “Başbakan eyalet sisteminden bahsetti. Sen okumuş adamsın, iyi bir şey mi şu eyalet sistemi?” dedi.

Kungfu Hikmet’in gazete okuduğundan ya da televizyon izlediğinden haberim yoktu. Arada sırada bilgece laflar ederek şaşırttığı olur ama, genellikle kendi âleminde yaşar, kimseye bulaşmaz.

“Başbakan, örnek olarak Osmanlı’yı gösterdi” dedim. “Eyalet sistemine geçilirse, ulus-devlet modeli terk edilmiş olacak. Türkiye, Fransa’daki devlet modelini örnek almış ama uluslaşma sürecini Fransa’daki gibi tarihi ve siyasi bir temel üzerine oturtamamıştı. Bunu başaramayışındaki ideolojik eksiklikler, toplumu oluşturan etnik kimlik çeşitliliği ve bu çeşitliliğe yaklaşımındaki yoksayıcı tutum, Soğuk Savaş döneminin sona erişiyle iyice ortaya çıktı. Şimdi ABD’dekine benzer bir tür komünotarizm deneyimine, yani ulustan ziyade cemaatlerden oluşan bir devlet modeline doğru gidiyoruz. En azından niyet öyle. Merkezde, tüm cemaatlerin üstünde evrenselci bir anayasa ve onun kurumlarının olduğu, ama tepedeki bu kurumların sınırlı bir yetkiye ve egemenliğe sahip olacağı bir devlet modeli...”

Baktım, Kungfu Hikmet yine dalıp gitmiş, sustum ben de. Çayımdan bir yudum alıp, Macit Amca’nın defterini okumaya başlamıştım ki, Kungfu Hikmet, “İyi bir şey mi bu?” diye sordu. “Ne iyi bir şey mi?” diye sormadım, çünkü onun geç tepki vermesine ve dalıp gitmelerine alışmıştım artık. Konuştuğum şeyi hatırlamaya çalışarak “Tepeden inmeci her proje, beni tedirgin ediyor Kungfu” dedim. “Elimizde iyi düşünülmüş kanılar, düşünceler yok. Çünkü herkes ‘olan’ı tartışıyor, olması gerekenden çok. Halbuki siyaset, olan ile olması gereken arasındaki gerilimden doğar. Her sistemin kendine göre sakıncaları ve üstünlükleri var. Evrenselciliğin terk edilmesi durumunda bireysel kimlikler, etnik ve dini kimliklerin karşısında önemsizleşecek. Herkes öncelikle içinde bulunduğu cemaate göre kendisini tanımlayacak. Etnik ve dini kimlik sorunları kısmen çözülmüş ya da önemini yitirmiş olacak belki, ama bu defa da otoriteryen bir kültür içinde yaşadığımız için bireysel kimlik krizinin derinleşme ihtimaliyle yüzleşeceğiz. Bir yandan da ulus-devlet modeli zaten ayrı bir dert… Kimse bu uyarıları yeterince ciddiye alıp etraflıca tartışmıyor. Bu meselenin üzerine giden yazılar yazmayı düşünüyorum Kungfu. ”


Bir ara, Kungfu’nun yine koptuğunu, kahvenin penceresinden denize bakarak düşüncelere daldığını fark ettim. Kim bilir neler geçiyordu aklından? Macit Amca’nın defterini okumaya devam edecekken, o dalgın ve suskun Kungfu, sanki rüyada konuşuyormuş gibi şöyle dedi: “Herkes gökyüzüne bakarak fırtınanın kopup kopmayacağını anlamaya çalışır, ama asıl denize bakmak gerek.”

Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 10 Nisan 2013) 

0 yorum: