Sürekli Barış

Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0

Kar fırtınasının sesi geliyor dışarıdan. Kim bilir dağlarda nasıl esiyordur fırtına. Barışa dair umut rüzgârı da her yerde farklı esiyor. Yakınını çatışmalarda kaybetmiş, işkence görmüş ya da demir parmaklıklar ardında yıllarını geçirmiş olanlar için barışın ya da haysiyetin anlamı, bazı gazeteci ya da politikacıların anladığından farklı olduğu için, barışa ağıt yakarak geçti zaman bugüne kadar. Zaten bu fark, barışın gerçekleşmesi kadar barışın nasıl paylaştırılacağını da önemli kılmıyor mu?

Balıkçılar Kahvesi’nde üç beş kişi kalmıştık gecenin bu vakti, evi olan evine kaçmıştı çoktan. Kapı pencere kar fırtınasıyla sarsılıyordu. Fazla müşteri kalmadığı için yeni çay demlememişti Osman Abi. Bayat çayımızı yudumlayıp pencereden gözüken denizin dalgalarına bakıyorduk Macit Amca’yla. Kalabalık iyice çekilip baş başa kalınca ona sormadan edemedim müzakere sürecini. Dedi ki, “Asimilasyonla, siyasi, hukuki ve askeri ablukayla çözemediler sorunu. 1915’lerde olsaydı, belki olurdu. Bizim siyasi geleneğimiz külliyen İttihatçıdır evlat. Sağda da, solda da öylelerini çok görür, çok duyarsın. Neredeyse genlerimize yerleşmiş, silahla sorun çözmek. Ama artık sorun öyle bir boyuta geldi ki, yeni Roboskileri ya da asker kayıplarını karşılayamayacak kadar gerildi ortalık. Devlet öncelikle maliyet hesabı yapar, şirket gibidir. Devletler öyle yönetilir oldu bu çağda. Neo-libarel politikaların anlamı budur, bilirsin. Siyasi ve ekonomik maliyeti hesaplayan uzmanlar, müzakerenin başarılı olsun ya da olmasın faydalı olacağına kanaat getirmiş olmalılar. Açlık grevlerinin hükümet üzerinde yarattığı baskı da, bu maliyet hesabını hızlandırmış olmalı. Yoksa bizdeki devlet geleneği, her şeyi ağırdan almak üzerine kuruludur. Memuru da öyledir. Gide gele yılarsın mahkemesinden de, hastanesinden de, dairesinden de… Aziz Nesin güzel anlatmıştı devlet geleneğimizi. Şimdi devlet biraz şirketleşince hızlanır gibi oldu her şey, ama aldanma, her şey yine de yavaş… Sorunların kendi kendisine çözülmesi beklenir genellikle. Kocasından şiddet gören kadın karakola gidince, yeniden kocasına teslim edilir ya, onun gibi. Kadının ölümü de bir çözümdür nihayetinde, utanç dolu olsa da... Artık kimse şikayete gelemeyecektir. Kürt sorunu da askere havale edildi hep. Siyasiler risk almadı doğru, ama Özal’ın da dediği gibi, riski asıl yaratan askerdi, siyasilerin bu soruna el atmasına izin vermediler, zaten veremezlerdi de… Kurucu ideolojiye aykırı bir durum çünkü. Ama dünya, eski dünya değil. Şirketleşen devletlerin hepsi aynı ideolojiye sahip artık. Zaten bazı gazete yazarlarının da dediği gibi Türkiye’de yaşanan iktidar değişiminin ana nedeni de bu ideolojik baskı. Müzakere meselesine gelirsek, kapalı kapıların ardında yapılan görüşmelerde sadece ateşkes sağlanabilir ve belki birtakım haklar elde edilir. Ama barış dediğimiz süreç, senin geçen hafta yazdığın gibi, toplumsal olduğu kadar içsel bir süreç... Birileri, savaş ekonomisinden ve siyasetinden nemalanırken, müzakerelerin ne kadar sağlıklı yürüyeceği de şüpheli. Bir yandan da gündelik siyaset hesaplarının hâkim olduğu bir ortam içindeyiz ki, bu da her tür provokasyona açık hâle getiriyor süreci. Yazılı ve görsel basının hâli de ortada. Yani işimiz zor. ABD nasıl, Obama’nın başkan seçilmesiyle, en azından niyet olarak çok ırklı bir toplum olmayı ve ileride melezlerin egemenliğine dönüşecek bir yaklaşımı tercih etmişse, Türkiye de aynı özelliklere sahip olmasa da, benzer bir tercihle karşı karşıya.”


Macit Amca’nın söyledikleri moralimi bozmuştu. Kar fırtınası da hızını kesmiyor, kapıyı pencereyi sökecekmiş gibi esmeye devam ediyordu. Macit Amca, devlet ya da devletleşen hiçbir yapıya güvenmezdi kolay kolay. Karamsar havayı dağıtmak için, ona, Kant’ın “Sürekli Barış Projesi”ndeki yeryüzünde yaşayan herkesin öncelikle birbirine katlanmak zorunda olduğu ilkesine dayanan “evrensel konukseverlik”ten bahsediyordum ki, her zamanki gibi oturduğu yerde uykuya daldı. Artık gitme vakti gelmişti. İki karaltı olarak, fırtınanın içinde yolumuzu bulmaya çalışacaktık.

Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 9 Ocak 2013)

0 yorum: