Yıldızlar Üşüdükçe

Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0

Herkes sabahları güneş görememekten şikayetçi, bense yağmurun yağmur gibi yağmayışından... Gökyüzünde elektrik toplayan bulutlara bakınca, büyük bir fırtına kopacakmış diye düşünüyor insan, sonra yağa yağa, tüm bu belaları zamanında başımıza onlar sarmamış gibi, mağdur edildikleri için bir süredir pek masum gözüken ulusalcıların üzerine yağıyor mesela…

12 Eylül ruhuyla gücüne güç katmış, Cumhuriyet tarihinde en güçlü zamanlarını yaşayan Cemaat üyelerinin yürek burkucu dershane mağduriyetleri için, yağmurun gözyaşı gibi yağmasına ne demeli...

Mağduriyet şampiyonu iktidar partisinin, beraber yürüdükleri o duble yollara, yüz binlerce ağaç keserek yaptıkları köprülere, tarihi ve doğayı umursamadan diktikleri gökdelenlere, AVM’lere yağıyor yağmur, bereketli bereketli…

Bizim yağmurumuzsa bulutlar elektrik topladığı için değil, yıldızlar üşüdüğü için yağıyor, Mehmet Ayvalıtaş’ın annesi Fadime Ana’nın, diğer oğullarını kaybetmiş anaların omzundaki tabutunun üzerine ya da Gever’de, tıpkı Roboski’de olduğu gibi kolayca gözden çıkarılan, kolayca öldürülen insanların taze kazılmış mezarlarının üzerine… Kendilerini cellatları kadar bile masum hissedemeyenlerin, vatandaşlık hakları ellerinden alındığı için, milletvekili olsalar bile, cezaevinden çıkamayanların ümitleri üzerine yağıyor…

Attilâ İlhan’ın bir şiirinde Stelyo’ya “yıldızlar eskidirler, onlar bizi bilirler” demesi geliyor aklıma. Yıldızlar bizi bilir de, biz bilir miyiz onları? Hakikati aramak yerine, kendilerine ezberletilmiş doğruların peşinden gitmeyi tercih edenler bilebilir mi yıldızları? En fazla bayrakların üzerindekileri bilirler, göremezler bulutlardan çünkü gökyüzünü. Yıldızlar üşümeye devam ettikçe de, bizim yağmurumuz hiç dinmez, bulutsuz yağar üzerimize…

Bu topraklara yağan asitli iktidar yağmurlarıdır ki, insanların radikalleşmelerini engelleyip fanatikleştirdi hep. Devlet düzeni, radikalleşme eğiliminde olan her siyasi yönelimi, ister İslamcı olsun, ister komünist, ister milliyetçi, çeşitli aygıtlarla, şimdiki hükümetin de dilinden düşürmediği gibi, “kontrol edilebilir” marjinal bir seviyeye çekmeye çalıştı. Agamben’in tabiriyle, radikalleri “homo-sacer” konumuna indirip, vatandaşlık haklarını ellerinden alarak istediği gibi yok edebildi.

12 Eylül, zaten solu fanatizme ve marjinalliğe hapsedip etkisizleştirmek için yapılmıştı. Sol, nostalji hastalığına yakalansın, fikir üretmek yerine ezberci ve slogancı olsun, entelektüel enerjiden yoksun, hatta entelektüel düşmanı olsun, kendilerini güncelleyemesinlerdi niyetleri. Bunun için siyasetsizliği daim kılacak yasalar ve kurumlarla toplumsal düzenlemelere başvurdular. Sadece Kürt hareketini marjinalleştirmeyi başaramamışlardı o süreçte, kirli savaştan seçim barajı gibi taktiklere kadar akla hayale gelebilecek her şeyi denemiş olmalarına rağmen. Belki merkezden uzak oluşu, belki dil ve kültür farklılığı, belki dış etkenler, belki kafalarına vura vura siyaset yapmayı öğrettikleri için. Ama orada da fanatizm kendisine bir alan buldu, bulmadı değil. Eğer bu şekilde baskı ve şiddet devam eder, siyasetin önünü tıkamaktan vazgeçilmezse, fanatizm orada da güçlenmeye meyilli, güçleniyor…

Alberto Toscana, Metis Yayınları’ndan çıkan “Fanatizm” kitabında, fanatizmi olumlu ve olumsuz anlamlarıyla birlikte derinlemesine irdeliyor. Örneğin kölelik karşıtlığı gibi fanatizmler demokratik potansiyeller taşıyabiliyorken, dini ajitasyonlar da korkunç felaketlere sürükleyebiliyor insanları. Ricouer ise fanatizmin karşısına radikalleşmeyi koyar genellikle. Fanatizmin sorunlu yanı, diyalogtan kaçınması ve doğru bildiğine inandığı şeye körü körüne sarılması. Kendi seçmenini daha kolay kontrol edebilmek için fanatikleştiren politikacılar, karşı fanatizmi de yükseltiyor ister istemez. Tahammülsüzlük, zaten sorunlu olan parlamenter sistemi iyice zora sokuyor, bu yüzden. Gökyüzünde elektrik toplayan o bulutlar, yükünü daha fazla taşıyamayıp büyük fırtınaların kopmasına neden olacak gibi görünüyor, ilk şimşekler çakmaya başladı bile…


Yağmur, yağmur gibi yağmadığı içindir ki, güneş yüzünü göstermiyor, yıldızlar üşüyüp duruyor içimizde…

Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 18 Aralık 2013) 

0 yorum: