Kopsun Kıyamet!

Posted: 10 Nisan 2014 Perşembe by bülent usta in
0

Macit Amca’yla geçen hafta sözleştiğimiz gibi Balıkçılar Kahvesi’nde buluşup tekneyle denize açıldık. Bu mevsimde doğal olarak hava soğuktu ve üst üste giydiğimiz kazaklar bile denizin ortasında üşümemizi engellemiyordu.

Macit Amca, “Evlat, geçen hafta söylediklerini düşündüm de, galiba gereğinden fazla iyimser, gereğinden fazla kötümseriz” dedi. Ne demek istediğini anlamadım önce. Devam etti: “Bu kadar kötü yönetilen bir ülkede yaşayanlar olarak hiç de fena sayılmayız aslında. Düzensizliğin, şiddetin, cehaletin çoğalıyor olmasından çok, neden tüm bunların daha fazla olmadığına ve her şeye rağmen hayatın nasıl olup da devam edebildiğine şaşırmak lazım asıl. Mesela senin yazdığın şu gazete, onca siyasi ve ekonomik baskıya rağmen nasıl olur da varlığını sürdürebiliyor hâlâ? Ya da ne bileyim, bana getirdiğin şu dergi, adı Natama’ydı galiba, nasıl olur da böyle tuhaf ve derdi olan bir dergide toplanabiliyor insanlar? Yani her şey piyasalaşırken tüm bunlar nasıl oluyor da oluyor?” Sonra da o gür kahkahasını patlattı Macit Amca. Soğuktan yüz kaslarımı gülmek için hareket ettirememiş olsam da, aslında içimden gülmek de gelmemişti. Ama haklıydı, nasıl oluyor da oluyordu tüm bunlar? Aklıma, Metis Yayınları’ndan bugünlerde çıkan Andrey Platonov’un “Mutlu Moskova” adlı romanındaki Sambikin’in söyledikleri geldi. Sambikin’e göre, insan çift bilinçlidir. İnsanı diğer hayvanlardan ayıran şey de düşünüyor olması değil, aynı şeyi iki defa düşünüyor olmasıdır. Sambikin’e göre, “hastayken, mutsuzken, âşıkken, feci bir kâbus gördüğümüzde, genel olarak normdan uzaklaştığımız durumlarda iki kişi olduğumuzu açık seçik duyarız.” Yani tek kişiyizdir ama içimizde biri daha vardır.

Sanırım içindeki kişiden haberdar olmakla ilgili bir durum sanatın ve diğer tüm tuhaf şeylerin varlığı. Sambikin’e göre, bilincimizin ikiliğini kaybedince, hırçınlaşır, bencilleşir, hayatta kalmak için her tür aşağılanmayı ve acıyı kabulleniriz. İşte bu “iki manalı” düşünceye sahip bilincimiz, tek manalı bir bilince dönüştü, dönüşüyor gitgide. Sadece hastayken, âşıkken, rüya görürken içimizdeki o unuttuğumuz kişi ortaya çıkıyor. Ama onu çabucak unutmak istiyor, geldiği yere onu geri göndermek için her çareye başvuruyoruz, çünkü evrenin sonsuzluğunu hatırlatmakla yetinmeyip, çaresizliğimizi ve ölümlü varlığımızı da hatırlatıyor bize… Bazı sanatçılarda gördüğümüz gibi, salt içindeki kişiye dönüşenler de yok değil. İçlerine öyle bir gömülüyorlar ki, dış dünyayı ve diğer insanları gölgeler hâlinde görüyorlar boşluğun içinde. Sambikin’in dediği gibi iki bilinci birlikte yaşamaktan başka bir çare yok, ne kadar acı verse de… Ama buna izin de yok. Çünkü günümüzde demokrasi sosuyla servis edilen kapitalizm, hınca hınç bir rekabet ve sömürü dünyasına bizleri hapsederek, sahte mutluluklar ve sahte özgürlüklerle görünmezleştiriyor içimizdeki kişiyi.

“Ah be evlat” dedi Macit Amca, “bazen öyle bir dalıyorsun ki kendi içine, ara ki bulasın.” “Buradayım Macit Amca” dedim gülümseyerek, “Yani içimdeki kişi burada.” Ona Sambikin’den bahsetmemiş olsam da anlamıştı Macit Amca “içimdeki kişi”den kastımı. Nadiren görüştüğüm birisiydi “içimdeki kişi.” Diğer kişi o kadar yoğundu ki, çoğumuz gibi içimdeki kişi ne yapar eder fark etmiyordum hiç. Balığa çıkmanın güzel yanı buydu. Denizin ortasında o kadar sessizdir ki her şey, onu duymama gibi bir şansınız olmaz. Balığa çıkamıyorsanız, alın elinize bir şiir kitabı, öykü ya da roman da olur… Ancak öyle öğrenir içinizdeki kişi konuşmayı, sanatla, edebiyatla…


Bugün benim doğum günüm. Macit Amca’yla tuttuğumuz balıkları pişirip yiyeceğiz Balıkçılar Kahvesi’nde. Doğum günümün “Hayata Dönüş Operasyonu”na denk gelmesi bir talihsizlik, ama hangi günümüz temiz kaldı ki, katliamsız, zulümsüz… Üstelik kıyamete de az kaldı… Şirince’de değil, içimizde kopacak kıyamet, çünkü dünyanın ruhu öyle bir sömürüldü ki, sinir sistemi çökmek üzere… İçimdeki kişi, şöyle bir gerinip bağırdı denizin ortasında: Kopsun kıyamet! 

Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 19 Aralık 2012)

0 yorum: