Adil hafıza
Posted: 7 Ocak 2019 Pazartesi by bülent usta in
0
‘Zaten gözenekli, beklenti içinde, eli kulağında olan
yaşamda’ diye başlıyor bir cümlesi Cortazar’ın ‘Andres Fava’nın Güncesi’nde. Gözenekli,
yani geçişken, akışkan… Bütün bu geçişkenlik ve akışkanlık içinde başlangıçlar
ve sonlar birbirine karışıyor.
Javier Marias’ın bugünlerde çıkan ‘Acı Bir Başlangıç Bu’
romanını okurken, romanın kahramanlarından Muriel’in sözlerine takılıp
kalmıştım: ‘Ne olduğumuzu, ne olabileceğimizi ve her şeyin tek bir kıvılcımla
nasıl da kolay tutuştuğunu unutmak için çok ama çok uzun bir zaman gerek.’ Çok
ama çok uzun bir zaman… Ne olduğumuzu ve ne olabileceğimizi unutmak…
Başlangıçlar için unutmak şart mıydı?
Marias, İspanya’daki Franco rejiminden bahsediyordu
romanında. Kral’ın uzlaştırıcı tutumuyla Franco iktidarı tasfiye edilerek,
geçmişte işlenen suçlar sanki hiç yaşanmamış gibi kabul edilmiş, yaptıkları
haksızlık ve zalimlikleriyle ünlü devlet görevlileri dokunulmazlıklarını devam
ettirmişlerdi. O zamanlardaki anlayış, meseleleri kurcalamama, ülkenin normale
dönmesi için faturaları yırtma ve her şeye yeniden başlama üzerine kuruluymuş.
Marias, bu toplumsal antlaşma öyle bir özümsendi ki, aynı koşul, yaşananlar
anlatılırken de uygulandı diye yazmış; azılı Franco taraftarı diplomat,
akademisyen ve gazeteciler bile, biyografilerini yeni baştan, sanki hiç
Franco’cu olmamışlar gibi yazabilmişler ve işin ilginç tarafı, birkaç çatlak
ses çıksa da çoğunluk her şeyi kabullenmiş. Türkiye’de 12 Eylül dahil pek çok
dönem, bu şekilde geçiştirilmemiş miydi? Toplum, aman huzursuzluk çıkmasın, her
şeyin üstünü kapatıp devam edelim demeye her zaman yatkındı. Belki de doğrusu
buydu, anlaşılabilir bir şeydi. Peki ama, bütün o acıları yaşayanlara,
ölenlerin yakınlarına ne denilecekti?
Paul Ricoeur, ‘Hafıza, Tarih, Unutuş’ adlı kitabında, Eski
Yunan’daki Atina genel affı vakasından bahsederek, iç barışın nasıl kurucu
şiddeti inkâr stratejisi üzerine kurulduğunu gösterir. Bağlayıcı bir yeminle
vatandaşlara ‘kötülükleri hatırlamama’ emri verilmiştir. ‘Bir toplum sonsuza kadar
kendine öfke besleyemez’ diyor Ricoeur, hafıza sansürü olmadan makul bir
siyaset mümkün değildir. Psikolojiden bildiğimiz şey ise, bir savunma
mekanizması olarak ‘inkâr’ın geçiciliğidir, gerçekleri çarpıttığı için kalıcı
çözümlerin üretilmesine engel olur, aynı sorunlar güçlenerek yeniden ortaya
çıkabilir.
Peki, yaşananlar bütünüyle unutulabilir mi? Ricouer’e göre
bu mümkün değil, mutlu hafızadan bahsedebiliriz, ama mutlu unutuş diye bir şey
yoktur; çünkü unutuş bir olay değildir, hafızanın küçük mucizesi her zaman
mümkündür, bir anı dile getirilir getirilmez çıka gelir unutulan şey, bir anda
olayı, kişiyi tanırız. Hafızanın ödüllendirme, onarma, bağışlama gibi
mübadelelerle bir ilişkisi varken, unutmanın yoktur. Ricoeur, kitabın
sonlarında Freud’un ‘bitirilebilir’ gördüğü psikanalizde olduğu gibi, hatırlayarak
unutulan, kaygıdan kurtulmuş bir hafızadan da bahsediyor. Ama bu kolay bir şey
değildi. Muriel’in ‘Çok ama çok uzun bir zaman’ gerekir dediği şey. Muriel,
Franco’nun her anlamdaki ölçüsüzlüğünün, sebep olduğu acılara dair takındığı
umursamazlığın, hatta bütün bu olup bitenden keyif almasının bir lanet gibi
ülkeye yayıldığını, karşı tarafı da benzer bir ölçüsüzlüğe kışkırttığını
söylüyordu. Bir topluma, bir ülkeye yapılmayacak bir kötülüktü bu, sonuçları hiç
düşünülmemiş. ‘Hitler’den farklı olarak, bu laneti bulaştırdıklarından
habersizdiler’ diyordu Muriel. Bu ‘habersizlikleri’ onları bağışlamaya yeter
miydi?
Marias’ın romanları şaşırtmıştır beni her zaman, Sartre
gibi doğrudan tartışıyor her şeyi, romanları aracılığıyla çok sesli bir biçimde
siyasi ve felsefi hep bir hesaplaşma içinde. Romanı okurken, toplumlara
bulaştırılan lanetin ancak diyalogla yok edilebileceğine dair bir düşünce
uyandı bende. Diyalog, farklı düşündüğü için birisini mağlup etmek değil,
birlikte ayrıntılı düşünebilmek... Mutlu unutuş, belki de bu ayrıntılı
düşünmeyle mümkün olabilir. Ricoeur’ün dediği gibi, ‘Geçmişin olaylarının
devamını getiren yurttaşlar’, adaletin anlamıyla tarihsel eleştiri yolunda
karşılaşırlar. Adil bir hafıza olmadan birlikte yaşanamaz, rol kesilir yalnızca.
Cortazar, ‘Andres Fava’nın Güncesi’nde şöyle yazmıştı: ‘Yaşamı
gözlerimiz gibi taşırız. Bize en uygun biçimde yerleştirilmiş gözlerimiz… Yaşam
hep zamandan önce davranır…’
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 30 Mayıs 2018)