Yıldızlar ve ahenk
Posted: 6 Ocak 2019 Pazar by bülent usta in
0
-->
Edebiyat neden
vazgeçilmezdir? Nasıl bulaşmıştım edebiyata? Ortaokula giderken Nâzım Hikmet’e,
Hasan Hüseyin’e özenerek yazdığım şiirlerle, babamın anlattığı hikâyelerle…
Okuduğum her kitapla dünyaya dair bir başka pencere açılıyor, başka şeyler
görüyordum kendimde ve hayatta. İnsanın fiziksel varoluşu gibi bir de dilsel
varoluşu vardı çünkü, anlamlandırabildiğim kadardım hayatta. Bu süreç hem
heyecan verici, hem de kafa karıştırıcıydı. Heyecan vericiydi, çünkü macera ve
keşiflerle dolu bir hayat vaat ediyordu edebiyat. Kafa karıştırıcıydı, çünkü
dünyada yaşanan adaletsizliklerden bahsetmesine rağmen, “başka bir dünya”
kurmak için istekli insan sayısı azdı ve değiştirmek isteyenlerin başlarına
gelen korkunç ve acı olaylardan bahsediyordu romanların bir kısmı. Çoğunluk
okumadığı için mi? Çocuk aklı işte… Okumak yetmiyordu kendi başına ya da
yazmak… Galeano’ya göre ise, gerçekliği tanımlamak, onu değiştirmek için ilk
adımdı ve edebiyat aracılığıyla söz, gerçekle bağını ne kadar güçlü kurarsa o kadar
büyülü ve etkili olabilir, dünyayı değiştirebilirdi.
Ayrıntı’dan çıkan Virginia
Woolf’un “Benlik Üzerine Denemeler”inde gerçeklikle söz arasındaki ilişkiye
dair düşüncelerini okurken, edebiyatın benliğime etkilerini incelerken
bulmuştum kendimi. Gerçekte okumak ve yazmak neydi?
Virginia Woolf, her gazete
yazarının, her edebiyatçının kendisine sorduğu şu soru üzerinde duruyordu: “Ama
dışarıya, başka insanların dünyasına nasıl çıkacaksın?” Woolf’a göre yazar,
önce kendini tanımalıydı. Ama hangi kendi? Kitabın sunuş yazısını yazan Joanna
Kavenna, bileşik bir öz olarak düşünülen benliğin bir tür ideoloji olduğunu
iddia ediyordu, benlik ideolojiden ayrı düşünülemezdi. Kavenna’ya göre, Batı’da
benlik, fiziksel egzersiz ve diyetlerle, psikanalizle geliştirilmiş, kendi
kendine yetmeye dayalı kişisel gelişim unsurlarıyla yüceltilmiş, “ünlülerin
kendi kendilerini profesyonel şekilde ifşa etmeleriyle itibar” kazanmıştı.
Spike Jonze’un “John Malkovich Olmak” filmini akla getiriyor Kavenna’nın
ünlülere dair bu vurgusu. Kavenna, günümüzde yaşananı “benlik savaşları” olarak
nitelendiriyordu, Twitter’ı ve blogları besleyerek büyüyen… Benlik, illüzyonsa,
çıkarımları da mı illüzyondu? Kavenna, Woolf’un tespitlerine dayanarak şöyle
bir çıkarsamada bulunuyordu: “Benlik bir illüzyonsa, her birimiz tarafından
deneyimlenen bir illüzyondur, bu yüzden de ironik bir deneysel gerçekliktir.”
Benlik, D.H. Lawrence’ın altını çizdiği gibi, gökyüzündeki yıldızlar gibidir
titreşip duran: “Kişi tek bir kişidir; ama tamamıyla yalnız değildir.” Tek bir
yıldızın olmaması, benliği ve gerçekliği özgürleştirir, ama zorlukları ve
açmazları da vardır bu çokluğun. Woolf’a göre, o yıldızlardan birisi “merkez”
olmalı, “merkezi gerçeklik”, diğer yıldızlarla ahenkle parlayan…
Peki bir edebiyatçı,
gazete yazarı, dışarıya, başka insanların dünyasına nasıl açılabilir, doğru
ilişkiyi nasıl kurabilir? Woolf’a göre “zor bir problem…” Bu meseleyle ilgili
“bin tane ses” olsa da tam olarak çözülebilmiş değil, çünkü “her şey fırtınalı
ve geçişken…” Woolf’un önerisi şu: “Şimdi tek yapman gereken pencerenin
kenarına geçip ritmik algını açmak ve kapamak, açmak ve kapamak, cesurca ve
özgürce, ta ki bir şeyler başka bir şeylerin içinde eriyene dek, taksiler
nergislerle dans etmeye başlayana dek, tüm bu parçalardan bir bütün ortaya
çıkana dek. Saçmalıyorum, biliyorum. Demek istediğim, tüm cesaretini topla, tüm
dikkatini ver, Doğanın bahşetmesi tasarlanmış tüm yetenekleri davet et. Sonra
bırak ritmik duyun adamların, kadınların, otobüslerin, serçelerin; caddede
gelip geçen ne varsa her şeyin arasına karışsın, girsin, çıksın, ta ki hepsini
birbirine bağlayıp tek bir ahenkli bütün oluşturana kadar.”
“İşte bu!” dedirtecek bir
çözüm önerisi. Woolf’a göre ahenk, hayatın kendisi. Yazar kendi ritmini
bulduğunda hayata karışır ve hayatın ritmini keşfeder. “Günlük hayatın acısı ve
garipliği”ni kendine güvenerek ahenkle yaşar.
Pencerenin kenarına geçip
ritmik algımı açıp kapıyorum, adamlar, kadınlar, serçeler, otobüsler
birbirlerine karışırken Woolf’un sesi kulağımda: “Umutsuzluğa düşme, karanlığa
gömülme…”
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 4 Ekim 2017)
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 4 Ekim 2017)