Körükörüne...
Posted: 6 Ocak 2019 Pazar by bülent usta in
0
Korkular, fanteziler ve arzuların iç içe geçmiş
tezahürlerine bugün televizyon ve gazetelerde daha sık rastlıyor olmamız
tesadüf olmasa gerek ve tüm bunlarla birlikte artan cinnet ve şiddet
olaylarına…
Winnicott, “Oyun ve Gerçeklik”te, bir yetişkinin
başkalarının inanma yeteneklerinden fazla güçlü bir talepte bulunup onları
kendilerine ait olmayan bir yanılsamayı paylaşmaya zorladığında ortaya çıkan
bir tür delilik alametinden bahseder. Hitler gibi siyasetçileri getiriyor akla
bu sözü; kitlelerin arzularını okuyup uygun fanteziler geliştirmiyorlar mı
genellikle ve bunu zorla dayatmıyorlar mı? Şimdi arzuları okuma işini,
araştırma şirketleri ve anketler devralmış durumda, hedefini daha kolay buluyor
üretilen fanteziler.
Fantezi denilen şey, sağdan sola pek çok siyaseti de
etkisi altına alıp sabitleyen, sürekli tekrara zorlayan, gerçekliği değerlendirmeyi
bozan güçlü bir şey. Bu açıdan, hayal kırıklıkları, Winnicott’ın da altını
çizdiği gibi, geliştirici bir şey olabilir. Anne, artık bebeğin ihtiyaçlarını
tam olarak karşılayamadığında, yani tümgüçlülük yanılsamasını sürdüremediğinde,
bebek bu yetersizliklerle baş etmek için çeşitli yollar geliştirir. Bu
yollardan ilki, zaman sınırını kabul etmesi; yani, acıkmışsa sonsuza kadar aç
kalmayacağını, annesi bir süre uzaklaştığında sonsuza kadar uzaklaşmadığını öğrenir.
Ama bu sürelerin, açlığın ve ayrılığın çok uzamaması gerekir elbette. Yaşadığı
hayal kırıklıkları, bebekte zihinsel faaliyetleri de başlatır, hatırlama,
düşleme, fantezi kurma, zamanı bir bütün olarak algılama gibi. Bütün bu
faaliyetler ve hayal kırıklığıyla baş etme, bebeğin yaratıcı enerjisini ortaya
çıkararak gerçekliği boyun eğilecek ya da inkâr edilecek bir tehlike olmaktan
çıkarır. Oyun oynama, gerçekliği sınama, uzlaşma ve değiştirme çabasıdır bir
bakıma.
Philippe Djian’ın anlatıcı-karakterleri, tıpkı sağlıklı bebekler
gibi, yaşadıkları hayal kırıklıklarıyla baş edebilecek yollar geliştirmekte,
olumsuz olanı olumluya çevirmekte mahirdirler. Cazibeleri de bu oyuncu
yeteneklerinde gizlidir. Edgar Keret’in öyküleri de böyle bir etki uyandırır,
fantezilerden çok hayal kurmayı kışkırtarak en umutsuz durumlardan bile hayatı
zenginleştiren anlamları keşfettirir.
Hayal kırıklıklarıyla dolu bu çağın en önemli tehlikesi,
hayal kurmanın yerini git gide fantezilerin alması. Hayal kurmak, gerçekliği
kabul edip yaratıcı müdahalenin önünü açarken, fanteziler gerçekliği inkâr edip
kısa yoldan geçici tatminler peşindedir. Bu yüzden fanteziler, hayal
kırıklıklarını derin bir umutsuzluğa dönüştürür, zihinsel faaliyetleri
köreltir. Hitler gibilerin yarattığı o büyük yanılsamaların kitleler nezdindeki
cazibesini, belki buralarda aramak gerek; tuhaf bir iyimserlik ve körükörüne
bir kendini kaptırma hali…
Uygarlık, William James’e göre korkularımızı, Freud’a göre
ise arzularımızı yatıştırıyordu. James, bir miktar ürkekliğin yaşamak ve dünyaya uyum sağlamak için zorunlu
olduğunu, fazlasının ise zarar verici olduğunu belirterek, korkunun körükörüne davranış, iyimserlik ve felsefe
yapmayı bir araya getirdiğini yazmıştı “Pragmatizm” kitabında. Körükörüne
davranışta deneyimden çok, miras kalmış geçmiş korkularımız etkindir sanki;
anlaşılamayan, daha doğrusu anlaşılması sürekli sabote edilen derin bir korku. Agorafobisi
olan birisinin, korkusunu anlamak konusunda katı bir direnç göstermesi gibi. Hitler’in
peşinden giden Alman halkı, gerçekte I. Dünya Savaşı’nın etkisi ve travmasıyla
derin bir korkunun pençesine düşmüştü ve bu korkuyla da büyük bir yanılsamaya
sığınarak gerçeklikten kopuk acı bir maceranın içinde bulmuştu kendisini.
Hayal kırıklıkları, hayal gücüme duyduğum ihtiyacı
arttırıp zenginleştiriyor, umutsuzluğun da umut gibi bir yanılsama olduğunu
öğreterek…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 21 Mart 2018)