Yabancı yollar
Posted: 6 Ocak 2019 Pazar by bülent usta in
0
Foucault’nun “Özne ve İktidar”da bahsettiği “Peşinden
koyun sürüsünün geldiği çoban olarak ilahi varlık, kral ya da lider fikri” pek sevilir
oldu dünyada. Bir Mısır ilahisinde dendiği gibi “Herkes uyuduğu zaman gözünü
onların üzerinden ayırmayan, sürün için en iyi olanı isteyen Ulu Ra…”
Ya çoban gözünü ayırırsa sürüden, dalıp gitmiş, bir gün
yeryüzündeki bütün sürülerin çobanı olacağı hayalini kurarken. Foucault, çobana
ihtiyaç duyulmasının birincil koşulunun, dağınık durumdaki bireyler olduğunu
söyler. Dağılmış olmalısın ki, bir ıslıkla toplanabilesin, bir amacın olmamalı
ki sürünün varlık nedeni amacın olabilsin. “Çoban, sürüsü için bir hedef koyar.
Sürü ya iyi bir otlağa götürülmeli ya da tekrar ağıla döndürülmelidir.”
Bir bireyi, dağılmaktan koruyacak olan şey nedir? Kendisi
olmak, özlemlerini kabul etmek diyor Jung “Kırmızı Kitap”ta, ama “insanın
özlemini kabullenmesi küçük bir şey değil” diye de ekliyor. İnsanın kendisine
dürüst olması öyle zor ki, acı verici, perişan edici… Acınızı ancak edebiyat ve
sanat dindirebilir, bir iksir gibi, bir romanı ya da filmi içip… Her roman, her
film de aynı etkiyi göstermez, uyuşturanı, uyandıranı…
“Özleminizi kabul etmezseniz, kendinizi izleyemez,
başkalarının size gösterdiği yabancı yollara girersiniz.” Kaybolmanın ve
dağılmanın nedeni… “O zaman da kendi hayatınızı değil, yabancı bir hayatı
yaşarsınız. Oysa sizin hayatınızı sizden başka kimse kim yaşayabilir? İnsanın
hayatını yabancı bir hayatla değiştirmesi yalnızca aptallık değil, aynı zamanda
ikiyüzlü bir oyundur; çünkü aslında başkalarının hayatlarını hiçbir zaman
gerçekten yaşayamazsınız, yalnızca yaşıyormuş gibi yaparsınız ve o başkasını ve
kendinizi kandırırsınız; çünkü insan ancak kendi hayatını yaşayabilir.”
Bir defasında çobanlık yapmıştım çocukken, dedemin
koyunlarını otlatmıştım eşeğin üzerinde. Bu son otlatışım olmuştu, çünkü koyunları
kaybetmiştim dağda. İçinde olduğum doğa o kadar baştan çıkarıcıydı ki, akan
nehre, uçan kuşlara, devasa ağaçlara bakarken, sürü dağılıp gitmişti. Dedeme
koşup yardım istemiştim. Kurtlar vardı dağda, derin uçurumlar, sürü
tehlikedeydi. Dedem, deneyimli bir çoban olarak, sürünün nasıl dağılacağını
biliyordu, eliyle koymuş gibi bulup geri getirmişti hepsini. Dedem bir ulu kişi
gibi görünmüştü gözüme, o her şeyi biliyordu, koca dağda kaybolmuyor, kaybolanı
da bulup getiriyordu. Sürüyü ağıla kapatmıştı. Sürü güvendeydi, kapalı ve
otlaklardan uzak. Kurtlara yem olmaktansa… Güvenlik toplumu…
Foucault, bir çobanın sürüsünü hem topluca, hem de en
ayrıntılı davranışlarına kadar tanıması gerekir diyor. İktidar, ülkeyi
anketlerle yönetiyor diye suçlanıyor ya…
“[Çobanın] sadece iyi otlakların nerede bulunduğunu,
mevsimlerin yasalarını ve şeylerin düzenini bilmesi yetmez; bunun yanında,
hepsinin özel ihtiyaçlarını da bilmesi gerekir.”
Şu an çatışmaya neden olan şeylerden biri, iktidarın eski
iktidar teknolojilerini kullanıyor olması. Belki de muhafazakârlığı bu açıdan
düşünmek gerek, kullandığı iktidar teknolojisine bakarak. Muhalif olan liberal
iktidar adayları ise, gelişmiş iktidar teknolojileri kullanmak istiyor, kendini
sürü gibi görmeyen bir sürü; içselleştirerek kendi kendisinin çobanı olan
bireylerden oluşan bir sürü… Devleti güçlendirmenin bir yolu olarak, insanlara
biraz daha fazla güzel yaşam sunmak… Bunun için de iletişimi, yani bireylerin
ortak faaliyetlerini (çalışma, üretim, mübadele, yerleşim) denetlemek…
Devlet aklı, “çoban”la simgeleşen pastoral iktidar
anlayışına yaslanmıştır diyen Foucault’ya göre özgürleşme, bu iki iktidar
biçiminden birine değil, siyasi rasyonalitenin köklerine saldırarak
gerçekleşebilir.
--> Jung, insanların kendi hayatlarını yaşayamamasını, yalnızlık ve yenilgi korkusuyla açıklamıştı. Asıl yaşama coşkusu, yalnızlığı ve yenilgiyi göze alanların neşesinde görülebilir, Bolano gibi yazarların hikâye ve romanlarındaki o tuhaf çekicilik…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 22 Kasım 2017)