Artistler Ölmez
Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
Nejat İşler’in hastaneye kaldırıldığını öğrendiğim zaman, “Mülkiyet hırsızlık gibi bir şey.
Sevmiyorum işte. Biz kuşak olarak böyleyiz. Bize sevmeyi, bir şeylere
bağlanmayı öğretmediler. O tarafımız gelişmedi. Ben dünyanın bir parçasıyım.
Şurayla ve bedenimle sınırlı değilim. Bir şeyler yanlış gidiyor, birileri acı
çekiyor. Ben de çekiyorum aynı acıyı” sözlerini anımsadım, sonra tedavi olmayı
reddettiğine dair şeyler duydum arkadaşlarından. Kendimden dışarı çıkıp nefes
almak istedim önce, daha yeni okumuştum “Ot” dergisindeki ilk aşkıyla ilgili
yazısını, unutmaya çalıştığım şeyleri hatırlatmıştı. Kuşakdaş sayılırız
Nejat İşler’le, o yüzden “Biz kuşak olarak böyleyiz” sözü, bırakmadı yakamı o
gece. Yaşadığımız şeyler farklı olsa da, bizi kuşak yapan bir ruh hâli de vardı, neden
öyle davrandığını anlıyordum mesela, neden öyle şeyler söylediğini…
“Bizim kuşak”, hayata çok değer verse de, sanki yaşıyor
olmaktan dolayı gizli bir utancı da taşıyordu içinde, arızamız çoktu, deliydik
biraz. Hangi kuşak arızalı değil ki, diye haklı itirazlar gelecek hemen. Hangi
kuşağı rahat bırakmış ki bu devlet? Hepimiz, beyaz bereli, beyaz Toros’lu
simsiyah bir siyasi tarihin, vahşi kapitalizmin, yetmezmiş gibi otoriteryen
kültürün eleğinden geçmişiz bir kere, hepimiz arızalıyız. Bazılarımız o eleğin
deliklerine takılıp araf’ta kalmış, bazılarımız devam etmiş hayatına, uyum
sağlamış ya da öyle zannetmiş, kendini kandırmış...
Ama “bizim kuşak, Gezi’nin ruhuna derinlik katan güzel bir
arızayı da peşinden sürüklemişti, daha ilk günden Gezi Parkı’nda görmüştüm
çoğunu, kahraman olmak için değil, gerçekten hayatı savunmak için oradaydılar,
hani gizli bir utanç duygusuyla sevdikleri hayatı.
Emrah Serbes’in bahsettiği şu “hüzünlü piç”lere benziyordu “bizim
kuşak”, belki de özel televizyon değil de TRT çocuğu olmak bizi hüzünlü
yapmıştı kim bilir, “Kara Şimşek” dizisi çıkacağı zaman oyuna ara verir, Ahmet
Kaya duygusallığıyla sever, Pink Floyd’la ruhumuzu kanatlandırırdık. Bizden
önceki kuşağın hayallerini yaşamaya çalışıp duvara tosladığımız için belki de,
felsefe ve şiirde aramıştık hakikatin panzehirini, deneysel ve yeni gördüğümüz
her bir şeye çözüm bulma umuduyla sarılarak. Rock müziğin öncelikle bir yaşam
tarzı olduğuna inanmıştık, aslında her şey bir yaşam tarzına dönüşebiliyordu
bizim için, belki de o yüzden anlamını yitiriyordu çabucak. “Das Kapital”i
bırak, Hegel’in “Tinin Görüngübilimi”ni bile okumaya azmetmiş olsak da, siyasi
nedenlerden ya da ekmek parası derdinden, çoğumuz yarım bırakmak zorunda
kalmıştı başladığı kitabı, okuduğu okulu, aşkını, hayallerini. Bir taraftan
90’ların karanlığında arkadaşlarımızı kaybetmiş, cezaevine girip çıkmış, hatta
tanık olduğumuz şeylerden ötürü geleceğe dair hayaller kurmaktan, hayatta
kalmış olmaktan dolayı, o gizli utanç da bırakmamıştı yakamızı. Özcan Alper’in
“Sonbahar” filmini o yüzden başka bir gözle izlemişizdir mesela, filmdeki
Yusuf’a yakılan ağıt, başka türlü sızlatmıştır içimizi.
“Bizim kuşağın” bende bıraktığı izleri düşünerek dışarı
çıktım sabah, hem kendimden, hem evden. Şehir kararmış gibiydi, Hrant Dink’in
anması vardı o gün, arada sırada bir ışık parlıyordu martıların kanatlarında, o
kadar. Ama birden, sokağın başında,
gülüşüyle ışıklar saçan komşumuz Sarkis Amca’yı gördüm. Onunla aramızda, yıllardır
sürdürdüğümüz ama anlamını çözemediğim bir şifre vardı. Beni her görüşünde
gülümseyerek “Artist miyiz?” der, ben de “Artistiz” derim, “Aferin” der ve
yoluna devam ederdi. Başka da bir şey konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Ona hiç
bugüne kadar “Artist değilim” dememiştim, üzülür diye sanırım. Yaklaşınca yine
aynı ses tonuyla “Artist miyiz bugün?” deyince, bu defa “Değilim”diye yanıt
verdim, “Artist değilim bugün.” Beklemediği bir yanıttı. “Aferin” demeye
hazırlanmışken, yüzündeki gülümseme dondu bir an, “Olur mu öyle şey?” dedi,
“artistsin işte.” “Hrant’ın anmasına gidiyorum, içim karanlık bugün” dedim.
“Olmaz öyle” dedi, “Hrant da artistti her zaman, o yüzden sevdi insanlar onu bu
kadar, sevmeye devam ettikleri sürece de bir artist olarak yaşamaya devam
edecek. Biliyorsun, artistler ölmez.” Sonra kendi yakasına iliştirmiş olduğu,
adını bilmediğim bir çiçeği çıkarıp yakama taktı ve “Hah, şimdi artist oldun
işte” dedi ve omzuma sevgiyle bir şaplak atarak yoluna devam etti. Film sahnesi
gibi bir andı o an benim için, yakamda çiçek öylece kalakalmıştım, zaten
doluydum, zor tuttum kendimi. Nasıl da güzelleştirerek seviyordu hayatı,
yaşamayı… Yakamdaki adını bilmediğim o çiçek, karanlığın içinde parıl parıl
parlıyordu, gitmem gereken yolu gösteriyordu sanki, bir çiçeği takip etmekten
çekinmez Sarkis Amca’nın tabiriyle “artistler”, yolun sonu uçurumlara varsa da,
çünkü ölmezler…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 22 Ocak 2014)