Yağmur Karanlığı
Posted: 10 Nisan 2014 Perşembe by bülent usta in
0
Sabahleyin sevgilimle birlikte vapura binmek için Kadıköy
İskelesi’ne gitmiştik. Serindi hava, üşümeye yakındı her şey, üşüdük
üşüyecektik. İskelenin önüne gelmiştik ki, bir sokak kedisinin köpekler
tarafından kuşatıldığını gördük. Üç sokak köpeği, her an hamle yapacakmış gibi
kediye bakıyor, iskelenin önünden geçenler de kediye kaçması için fırsat
vermeye çalışarak köpekleri kovalıyorlardı. Ama kaçmıyordu sokak kedisi.
Umurunda değildi ne insanlar, ne de köpekler. Sonunda insanlar köpeklerle
uğraşmaktan vazgeçip gittiler. Ama biz sokak kedisinin başına bir şey gelecek
endişesiyle yanından ayrılamıyorduk bir türlü. O kararlı ve vakur duruşundan
etkilenmemiş olsak, onu kucağımıza alıp köpeklerden uzaklaştırabilirdik.
Köpeklerden birisi, tüm engelleyici çabalarımıza rağmen kediye yaklaşmıştı ki,
o sokak kedisi birden Matrix filmindeki Neon gibi havada uçup köpeğe doğru öyle
bir hamle yaptı ki, zavallı köpek kendisini metrelerce uzağa atmak zorunda
kaldı. Sokak kedisi, köpeği uzaklaştırmasına rağmen yine de kaçmayı reddetti. Sonunda,
köpeği de düşünerek sokak kedisini uzaklaştırsak da, o, alanını terk etmemek
için direnmekten vazgeçmemişti.
Bütün gün, o sokak kedisini düşünüp durdum. Kaçmaktan bıktığı
için mi köpeklere kafa tutuyordu? Yoksa etrafını saran köpeklerin gücünün
kendisine yetmeyeceğinden emin olduğu için mi umursamazdı bu kadar? Sokak
kedisi aslında kavga etmek istemiyordu. Kimseyi rahatsız ettiği de yoktu. Sırf
bir insanın, başka bir ırktan, milletten olduğu için cezalandırılmaktan bıkmış
olması gibi, o da sırf kedi olduğu için, köpekler tarafından kovalanmaktan
bıkmış olmalıydı. Bazen ben de kendimi o kedi gibi hissediyorum, savaş
kışkırtıcılarının nutuklarını gazetelerden okurken. Nasıl da yalan söylüyorlar politikacılar
ve savaş kışkırtıcısı gazeteciler. Pessoa haklıydı belki de, “kamuoyu hakikati
değil, en fazla hoşuna gidecek yalanı ister” derken.
Kırmızı Kedi Yayınevi’nden Işık Ergüden çevirisiyle çıkan
“Pessoa Pessoa’yı Anlatıyor” adlı kitabında Pessoa, “Toplumlar fikir
ajitatörlerince değil, duygu ajitatörlerince yönlendiriliyorlar” diyordu.
Pessoa’ya göre “hakikat”, özellikle toplumsal alanda her zaman karmaşıktır ve
toplum, karmaşık fikirlerden hoşlanmaz. Topluma ancak basit fikirler, muğlak
genellemeler, hakikatlerden yola çıkılsa bile yalanlar verilebilir. Etrafımız,
Pessoa’nın bahsettiği duygu ajitatörlerince kuşatılmış durumda, o sokak
kedisinin köpeklerle kuşatılmış olması gibi.
Ama savaş karşıtı olmak için, karmaşık fikirlerden haberdar
olmak gerekmiyor diyebilirsiniz. Savaşların verdiği zararları görmek için,
insanlık tarihine şöyle bir bakmak yeterliyken, toplum nasıl olur da savaş
yanlısı bir tutum içinde olabilir? Aslında bana öyle geliyor ki, toplum,
savaşlarla ilgilenmiyor. Hiç ilgilenmedi. İnsanlar, savaşı, siyaseti, ekonomiyi
ve daha pek çok şeyi kendilerinin dışındaki meselelermiş gibi görme
eğilimindeler genellikle. Belki Pessoa’nın dediği gibi, tüm bu meseleleler
onlara fazlasıyla karmaşık geliyor ya da toplumda rollerin seçkin bir azınlığa
ait olduğuna inanmış durumdalar. Bir de insanların uyumlu olma, uyum göstererek
hayatta kalma çabası var ki, gücü elinde tutan baştan haklı bir konuma sahip
oluyor. Başbakan, kürsüye çıkıp savaş karşıtı sözler etseydi, acaba kendisine
oy veren taban da savaş karşıtı olur muydu? Muhtemelen olurdu. Gündelik hayatı
yoksullaştıran yasaklar, baskılar, parçalanmış kimlikler nihayetinde insanın
öznelliğini yitirmesiyle sonuçlanıyor. Muhafazakârlaşmanın ödülü -özellikle
günümüzde- insan için ağır bir yük haline gelen kendi varoluşsal
sorumluluğundan kurtulmaktan başka nedir ki? Raoul Vaneigem’in dediği gibi,
faşizmin iğrençliği bile bir yaşama isteminden kaynaklanır. “Gençler İçin Hayat
Bilgisi” adlı kitabında Vaneigem, “Yaşama istemi güç istemine, güç istemi
itaate, edilgen itaat ise ölüm isteğine dönüşür” diyor. Bu bakışa göre, Başbakan’ın
ya da seslendiği kitlenin başka türlü davranması düşünülemez. Herkes kendi
rolünü oynuyor.
Pessoa’nın, kamuoyunun organik olarak taraflı olduğu iddiası,
Vaneigem’in tespitiyle örtüşüyor bir bakıma. Ve bu taraflılığa, toplumsal
olarak yaşanan derin bir umutsuzluğun etkide bulunduğunu görmek, o sokak
kedisinin ruh hâlini daha iyi anlamama neden oluyor. Pessoa diyor ya, “Bir
umudun kırılmasından daha büyük bir umutsuzluğu hiçbir şey yaratamaz…”
İnsanların umutları öylesine kırıldı ki, umursamayarak mutlu olmayı tercih
edenler çoğaldı günümüzde.
Şöyle diyor Pessoa: “Yazıyorum ve önümde yağmur karanlığı
bir manzara var. (…) Ötemde, binlerce soruna yapışıp kalmış insan kitlesi
kaynaşıyor: Düğümleri kılıçla kesip atıyorlar, konserve kutularını kapalı
bırakarak açıyor ve açtık diyorlar, ya da masa örtüsünde açılan deliğin üzerine
hemen pis bir bez örtüyorlar.”
O sokak kedisini düşünüyorum, etrafımızı saran savaş
manzaralarına bakarak…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 10 Ekim 2012)