Öfke Çiçekleri
Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
“Sarayon Ülkesi”ni izledim Beyoğlu Sineması’nda, dışarı
çıktık hava soğuk, yetimhaneye bırakırken annesinin Saroyan’a “Artık koca adam
oldun, ağlamak yok” demesindeki o hüzün içime aktıkça, içim de üşüyordu
yürürken. Hadi dışını örtersin soğuğa da, içini ne örter insanın?
Nereye doğru yürüdüğümün farkında değildim. Filmde Saroyan, üç
yaşındayken ayrıldığı topraklara dönüyor, ona anlatılanlarla gördükleri
arasında ilişki kurmaya çalışıyordu, bense doğduğum topraklarda yolumu
kaybetmiş gibiydim. Hepimiz, yaşadığımız bu topraklarda yolumuzu kaybetmiş gibiyiz
aslında. Gezi’de, bizi birbirimizden ayıran şu lanet olası aşılması zor
duvarlar bir ara görünmezleştiği için, nasıl da oraya gelen herkes, hiç
olmadığı kadar kendisini ait hissetmişti bu topraklara, bir düşünsenize.
Nereden bir yardım çığlığı gelse oraya koşuyorduk, ihtiyaç listeleri
dolaşıyordu her yerde, barikatlara yiyecek su taşıyordu mahalle sakinleri,
başka zamanlarda sıkı sıkıya kapanan kapılar, sonuna kadar açılmıştı
yabancılara, çünkü herkes birbirini tanıyor hissediyordu, birbirimizin çığlığını
duymamızı engelleyen duvarlar kalktığı için. İşte şimdi, o görünmez duvarlar
yeniden belirmeye başladı, Gever’de yakılan ağıtları herkes duymuyor, Van’da
konteynırların önünde üşüyen çocuklar görünmüyor, duvarların dibinden dibinden
yürüyoruz yine…
O duvarların nasıl ve hangi amaçlarla oluşturulduğunun
farkında olsak, her şey daha kolay olabilirdi belki. Gerald Raunig, Otonom
Yayıncılık’tan çıkan “Bin Makine” adlı kitabında bahsediyordu o duvarları
yaratan ve aynı zamanda yıkacak olan makinelerden. Özellikle kitabın “Sonsöz”ünü
yazan Maurizio Lazzarato’nun şu sözleri mühim: “Seçimler –tıpkı anketler,
pazarlama, sendikal ve siyasi temsil gibi- insanın fikrinin önceden sorulmamış
olduğu sorunlarla alakalı evvelden varılmış bir uzlaşmayı, önceden tesis
edilmiş bir konsensüsü bir önkoşul olarak varsayar.” Aslında bireylerin kendi
başlarına düşünüp karar verdikleri bir şey değildir o konsensüs. İletişim
araçları gibi insanları şekillendiren makineleri ellerinde tutanların, sistemin
belirlediği bir şeydir çoğunlukla. William Saroyan da, “Ödlekler Cesurdur”
kitabında, “Seni bu kadar yalnız
kılan şey neydi? Neden, birçoğumuz bir arada olduğumuz anlarda bile, bu kadar
yalnızdık?” diye sorar ve bu sorunun yanıtı olarak da “ellerinde kâğıtları ve
mühürleriyle, kuralların ve düzenin uygulayıcıları”nı, yani sistemi işaret eder
ya...
Gezi, sistemin önceden belirlenmiş kodlar aracılığıyla bizi
donattığı öznellikten sıyrılmamızı sağlamış, “kairos büyüsü”nün
de etkisiyle birbirimizin ne söylediğini duyabilmiştik. Ama sonrasında, şartlandırıldığımız
kimliklerimizi yeniden hatırlatacak uygulama ve politikalarla duvarlar yeniden
görünürleştirilmek isteniyor. Mısır’da ölenler için gözyaşı dökenlerin
Armutlu’da ya da Reyhanlı’da yaşanan acıları umursamaması, Reyhanlı için
gözyaşı dökenlerin Gever’de yaşanan polis şiddetine duyarsız kalması gibi.
Mustafa Balbay’ın serbest kalmasına sevinenlerin, aralarında milletvekili,
belediye başkanı ve gazetecilerin de olduğu KCK tutukluları için üzülmemesi,
daha doğrusu üzülememesi gibi… İşte bunlar hep duvar, birbirimizi görmemizi,
dinlememizi, hissetmemizi engelleyen… O duvarlar yüzünden Saroyan doğduğu
toprakları terk etmek zorunda kalmıştı, o duvarlar yüzünden ölmeye devam
ediyoruz Roboski’de, Sivas’ta, Reyhanlı’da…
Şimdi seçimler yaklaştıkça daha da kalınlaşacak olan bu
duvarların arasına sıkışmamızı istiyorlar, sanki Gezi hiç yaşanmamış gibi.
Belki de bu yüzden Gever’de can alacak polis şiddeti uygulandı. Belki de bu
yüzden kendi aralarında iktidar savaşına tutuştular, kutuplara ayırarak daha
sağlam duvarlar örmek istiyorlar belki. İnsanın aklına neler geliyor, duvarlara
muhtaç bu komplolar ve komplo teorileri ülkesinde. Her şey Gezi’ye göre
belirleniyor, çünkü o duvarların yıkılmasından daha büyük bir tehlike yok
iktidar ve güç odakları için.
Saroyan’ı ve öfkesini düşünüyordum yürürken, o öfkeyi güçlü
kılan şeyin insan sevgisi olduğunu... O yüzden hayata düşman bir öfke değil onunkisi, yıkıcı ama sadece
insanlar arasındaki duvarları yıkmak isteyen… Hani Gezi Direnişi sırasında,
karşısında duran polise çiçek uzatan o genç kızın öfkesi gibi; sevgiliye verir
gibi uzatılmış değildi o çiçek, bir öfkeyi de taşıyordu içinde. Lusin Dink de
“Seroyan Ülkesi”yle bize böyle bir çiçek uzattı, insanlar arasındaki görünmez
duvarların balyozla değil, hayatı savunan öfke çiçekleriyle yıkılacağını
bilerek… Aldım o çiçeği, taktım yakama, evime dönebilmek için…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 11 Aralık 2013)