O Güzel Atlar...
Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
Kederliyim, ama kederi sevdiğim için değil, öyle
zamanlardayız çünkü. Biber gazı, sansür, hapis, işsizlik ve açlıkla terbiye
edilmek isteniyor insanlar. Totaliter sistemler, siyaset ve kültür arasında
ayrım yapmazlar, çünkü siyaseti bitirmek isterler. Ama biliyor musunuz, bunu
başaramazlar. Yoksa çoktan şiiri bitirirlerdi. Şiir bitti diye düşünmüyorsunuz,
öyle değil mi? Bitmez şiir, en fazla geri çekilir, o da daha güçlü dönmek için.
Solun şimdi yaptığı gibi. Sanki geri çekilmiş gibi duruyor, anılarına gömülmüş,
şimdiki zamanda değil de geçmişte yaşıyormuş gibi. İtiraz edeceksiniz hemen,
öyle değil diye. Tamam, öyle olmayanlar da var, hem geçmişte yaşamak her zaman
kötü değil. Geçmişi bilmekle, geçmişi yaşamak aynı şey değil.
Yaşar Kemal, “O güzel insanlar, o güzel atlara binip
gittiler...” diye yazmıştı. Şimdi başka güzel insanlar var, ama binip
gidecekleri o güzel atlar yok… Siyaseti bitirecek şey, biber gazı, sansür,
hapis, işsizlik ve açlık olmayacak, beni olduğu gibi, sizi de sımsıkı sarıp
sarmalayan şu keder olacak, o güzel atlar olmadığı için. Kederden kurtulmanın
yolu da sahte neşeler, gerçekte inanmadığınız hayaller olmayacak. Görmüyor
musunuz televizyonlarda, eğlence mekânlarında gülüp oynayan insanları? Aslında
sahte gelmiyor mu size de tüm o neşeli halleri? Öyle yaparak, onları sımsıkı
sarmış olan kederden kaçtıklarını sanıyorlar. Kötü ve olumsuz şeyleri görmek
istememenin neşesi bu. Gerçekliğin iktidarca boyanmış o alımlı parlak yüzünün
ardındaki çirkinlikleri görmek istemiyor çoğu kişi. Görenlerse, yaşadıkları
çaresizlikle, hayata düşman olanların suçuna ortakmış gibi hissediyorlar kendilerini,
kederleniyorlar, çünkü değiştirmek için ellerinden bir şey gelmediğini
düşünüyorlar. Siyaseti, asıl bu keder bitirir, biber gazı değil.
Mesela 23 Mayıs’ta, 13 yaşındaki bir çocuk işçinin, Ahmet
Yıldız’ın ölümüyle ilgili Adana’da bir dava görülecek. Ahmet Yıldız’ın, kaçak
bir işyerinde, kaçak olarak çalıştırılırken pres makinesine sıkışarak hayatını
kaybetmesinin davası… İşyeri sahibi, bu cinayetin üstünü örtmek için trafik
kazası süsü vermeye çalışmıştı hatırlarsanız. Kaç kişi bu davayla ilgilenecek
dersiniz? Peki ya bu iş cinayetinden sonra, çocuk işçilerle ilgili bir
düzenleme, takip yapıldı mı? Ahmet Yıldız’ın çalıştığı o işyerinin kaçak olduğu
ya da orada karın tokluğuna çocuk yaşta işçilerin çalıştırıldığı bilinmiyor
muydu sizce? Kim bilir kaç tane çocuk işçinin ölümünün üzeri, trafik kazası
süsü verilerek örtülmüştür? Şimdi diyeceksiniz ki, kederlenmeyelim mi Ahmet
Yıldız’ı düşünerek?.. Kederlenilmez mi? Haftalık 50 TL’ya çalıştırılan o çocuk
işçiyle, eşek sırtında sınırda mazot taşırken bombalanarak öldürülen kaçakçı
çocuk arasında bir fark var mı? İkisini de öldüren şey, çoğunluğun görmekten
kaçındığı gerçeklik kadar, görmemenin kendisi değil mi? Ama bu keder,
çaresizlik üreten bir keder olmamalı. Sürekli olumsuzlukları, acıları,
haksızlıkları haykırarak kederden kaçan insanları, gerçekliğin o parlatılmış
yüzünün ardındaki çirkinlikleri görmek istemeyen insanları, görmeye ikna
edemezsiniz.
Çoğu kişi, Ahmet Yıldız’ın ölümüne bakarak kapitalizm
hakkında bilinçlenir mi sizce? Çocuk işçinin ölümünü kader ya da hayatın
acımasız gerçekliğine dair bir kabulle kendilerine açıklamaya çalışanlar vardır
belki. Ya da çalışmasına izin veren ailesini ya da münferit bir olayın sebebi
olarak gördükleri patronun dikkatsizliğini ya da kötücüllüğünü suçlayanlar...
Çocuk işçinin ölümünün ardındaki asıl gerçekliği görürlerse, sistemle
aralarındaki çıkar ilişkisinin payına göre az ya da çok kendilerini suçlu
hissedecekleri içindir ki, gerçekliği değiştirmek yerine kendilerini kandırmayı
tercih ediyorlar. İşte bu yüzden sevmez totaliter sistemler siyaseti. Siyaset,
insanların kendilerini kandırmanın ya da kandırmamanın mücadelesidir bir
bakıma. Kandırmanın otomatik algıya hizmet eden argümanlarını teşhir edip, o
algıyı parçalayacak olan siyaset, sadece yakınan, şikâyet eden, acılardan
bahseden bir kederle üretilemez. Çünkü ‘olağanüstü olağan günler’ yaşıyoruz; bazı
kesimlerin baskı altına alınıp bilgiye ulaşmaları ve ulaşılan bilgiyi yaymaları
engellenirken, bir taraftan da her şeyi önemsizleştiren ıvır zıvır bilgilerle
hakikatin saklandığı, kederi derin, neşesi hafif günler…
Faşizmden, kapitalizmden bahsetmek, kendi başına bir şey
ifade etmiyor uzun zamandan beri. İnsanların sistemle aralarında kurdukları o huzursuz
ve ikiyüzlü ilişkiyi teşhir etmek, modern kimliklerin çözüldüğü bu zamanlarda
tek çare. Şiir ve aşk var olmaya devam ettiği sürece, o güzel atlar yine
gelirler…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 22 Mayıs 2013)