Tesadüf Aşk
Posted: 10 Nisan 2014 Perşembe by bülent usta in
0
Bir sabah, metroyla yaptığım yolculuk sırasında, tam
karşımdaki bana doğru bakan koltukta sahipsiz bir kitap gördüm. Kimse
ilgilenmiyordu kitapla. Sanki birisi yer tutmak için bırakmıştı o kitabı ve orada
da unutmuştu. Kitap orada durduğu sürece de kimse o koltuğa oturmuyordu.
Karşımdaki koltukta gazete kâğıdıyla kaplanmış bir kitap olacak ve ben onunla
ilgilenmeyeceğim, bu mümkün değil. Büyük bir merakla kitabı elime aldım. Önce
kitabın kapağını kaplayan gazete kâğıdını açtım. Kapakta, Hacivat ve Karagöz resmi
vardı ve üzerinde “Gül Öksüren Melek” yazıyordu. İlhan Durusel’in YKY’den çıkan
öykü kitabıydı bu. Durusel’in öykülerini her zaman sevmişimdir. Hoş bir tesadüf
oldu deyip rastgele bir sayfa açtım. “Semaver Fokurduyor, Taşacak” adlı bir
öykü çıktı karşıma. “Hayat beni öyle yormuş, yalnızlık öylesine bunaltmıştı
ki…” diye başlıyordu öykü. Öyküyü okudukça, İstanbul metrosunda değil de, Bronx
metrosunda New York’a gidiyormuş gibi hissettim, çünkü öykünün anlatıcısı da,
tıpkı benim gibi metroda yolculuk yaparken bir koltukta sahipsiz bir kitap
buluyordu. Onun bulduğu kitap ise, Sait Faik’in “Semaver-Sarnıç” adlı öykü
kitabıydı.
Şimdi başıma gelen bu olayın ilginçlik olsun diye kurguladığım bir
şey olduğunu düşünebilirsiniz. Ama öyle değil. Sanırım birisi bu kitabı
metroyla işe gidip gelirken okudu ve o öyküdeki gibi bir tesadüfün olması için
de kitabı koltuklardan birisine bıraktı. Aslında yaşadığımız hemen hemen her
şey, tesadüflermiş gibi gözüken kurgulardan ibaret değil mi?
Okuduğum öyküde kahramanımızın metroda bulduğu Sait Faik’in
kitabındaki “Havuzbaşı, Son Kuşlar…” adlı öyküde, Sait Faik, “Dünyayı yeniden
kederlerle kuracağım. Sonra çarşılardan çarşılara, insan sesleri arasında, her
şeyi sizinle kurulmuş bir şehirde dolaşacağım” der ve ardından da “Kimseler
âşık değil mi bu şehirde?” diye sorar üzüntüyle.
Her şeyin bir kurgudan ibaretmiş gibi akıp gittiği bu şehirde, sanki
aşka yer yokmuş gibi gelir insana. Hâlbuki biraz daha saklıdır artık aşk, tüm o
kalabalığın ve hırgürün arkasında bir yerlere gizlemiştir kendisini. Herkesin
her şeyden kolayca sıkıldığı zamanları yaşıyoruz çünkü. Derinleşecek sabrı,
zamanı ve enerjiyi kendisinde bulamayan insanların, taklitlerle yetinen ve
sürekli bir şeyleri kaçırıyormuş hissiyle bir yerde uzun süre kalamadıkları bir
zamanın kayganlığı içinde...
Peki ya aşkın bir kurgusu var mıdır? Filozoflara sorarsak, elbette
aşkın da kurgusu var. Yüzyıllardır değişmeyen bir kurgusu var hem de… Son zamanlarda,
filozoflar aşkla daha çok ilgilenir oldu, peş peşe aşkla ilgili kitaplar yayımlıyorlar.
Adorno, “iletişim kurma olanakları azaldıkça iletişimden daha fazla bahsedilir”
der ya, aşka gösterilen bu ilgi, aşkı yitiriyor olduğumuz anlamına da gelebilir…
Wittgenstein’a göre aşk, “dünya dışı” konular arasında yer aldığı
için felsefenin de dışındaydı. Aşkın bu “dünya dışı” olma hâlini her zaman
sevmişimdir. Çünkü hiçbir zaman tam olarak sonuca ulaşamayacağınız bir gizi
barındırır içinde, tıpkı insan gibi. Zaten aşkla ilgili kitaplar yazan
filozoflar da bu durumun farkında oldukları için, daha çok aşkın görünümleriyle
ilgileniyorlar.
İki farklı metroda tekbaşına bir koltuğa bırakılmış ya da unutulmuş
iki ayrı öykü kitabındaki aşkları düşündüm. İki öyküde de aranan ve özlenen bir
kadın vardı ve anlatıcılar o kadınları düşler ve düşünürken, kendi
yalnızlıklarından kurtulmak istedikleri için dışarı çıkıp insanların arasına
karışıyorlardı. İlhan Durusel’in öyküsünde şöyle der anlatıcı: “Şimdi ikimizden
başka kimsenin bilmediği bambaşka bir hikâye, kimsenin bilmediği bir dille,
kimsenin bilmediği kelimelerle yazılıyor. Bu hikâye de öyle sürüyor,
bitmeyecek…” Bir teselli olarak da görülebilir bu sözler… Değişen şey sadece
hikâye ve dildir, ister İstanbul metrosunda, ister Bronx metrosunda yaşansın. Her şeyin şeffaflaştığı ve hoyrat bir biçimde
sıradanlaştırıldığı hayatın kurgusu iktidarlarca belirlendiği sürece, o
bambaşka hikâyelerin sadece kitaplarda kalma ihtimali olsa da, bambaşka hikâyelerde ve dillerde değişmeden varlığını sürdürüyor aşk...
Metrodan inerken, kitabın kapağını yine gazete kâğıdıyla kaplayıp, kalktığım koltuğa bıraktım.
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 3 Ekim 2012)