Meis Tüneli
Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
Bu yazı, günlerdir uğraştığım tünel kazma çalışmalarımın bir
ürünü. Virginia Woolf, uzun yıllar kendi geçmişine tünel kazmak için
çabaladığından ve bunu başardıktan sonra bölümler hâlinde romanlarını
yazdığından bahseder. Proust’un tünel kazmasına gerek yoktu, bir Madlen
kurabiyesi yetmişti geçmişe ışınlanması için. Ama benim Madlen kurabiyem yok…
Kazı için elimde sadece kâğıt ve kalem var…
Kazdığım tünel beni karakolların bodrum katlarına, balıkçılar
kahvesine, 1 Mayıs alanlarında kan dökülen zamanlara götürebilirdi. Ama nedense
90’ların Pera’sındaki Cafe Meis’e götürdü geçen gece. Galatasaray Lisesi’nin
önünden aşağıya doğru inen sokakta bir yerdeydi Meis. Adı da 12 Eylül
olduğundan yurt dışına kaçanların ilk uğradığı yer olan Meis Adası’ndan
geliyordu. Şiir geceleri yapılırdı orada ve gecenin bir vakti Meis’e gelen Ahmet
Kaya’yı ilk orada görmüştüm. Bir şey konuşmamıştık, çünkü çok içkiliydi ve
gelen garsonun “Bir şey içer misin abi” teklifini “Doluyum kardaş” diyerek geri
çevirmişti. Şiir geceleriyle oldu bitti aram iyi olmamıştır. Café Meis benim
için İtalyan Lisesi’nden çıkıp gelen sevgilimi beklediğim bir yerdi. Yakındı
çünkü oraya.
Tünel beni, okulların dağıldığı bir akşamüstü oraya
çıkarmıştı. Orada garsonluk yapan Bitlisli Engin Abi dışında kimse yoktu
Meis’te. Bardaki aynadan kendime baktım bir ara. Aynada 18 yaşındaki hâlimi
görmek ürkütse de hoşuma gitmişti. Ben aynaya dalıp gitmişken kapı açıldı ve
içeriye sevgilimin girdiğini gördüm. Sarıldı bana. Elim ayağım birbirine
dolanmıştı. Ona bir şey söylemem gerekiyordu ama “nasıldı okul?” gibi şeyler dışında
aklıma da bir şey gelmiyordu. O da derste Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ını
okuduğundan bahsetti. Heyecanlandırmıştı onu okuduğu şey, uzun uzun kitabı
anlatmak istiyor gibiydi. Sonra bir an durup “Sende tuhaf bir şey var” dedi.
“Nasıl yani?” dedim. “Bilmem, çok tuhafsın bugün” dedi. Tünel, Virginia Woolf
filan desem, delirdiğimi düşünecekti kesin.
Bir rüya gördüğümden bahsettim ona. Sonumuza dair bir rüya…
Rüyalar üzerine konuşmayı sevdiği için romanı unutup anlatmamı istedi hemen.
“Yirmi yıl sonrasını gördüm. Ayrıymışız. Başkasıyla evlenmişsin, çocuğun olmuş.
Başımızdan türlü türlü işler geçmiş.” Sözümü kesip “Eeee...” dedi. “20 yıl
sonra da devrim olmuyor” dedim. Buz gibi oldu o an ortalık. Bir rüyadan da
bahsedilse, devrimin olmayacağı fikri, ağır gelmişti o an. Bana ilk sorduğu
soru: “Peki ya Kürtler?” oldu. “Apo yıllardır hapismiş. Devlet onunla barış
için müzakere yapıyormuş” dedim. Şöyle dedi: “Devrim olmadan nasıl barış olsun
ki?” Bir rüya hakkında konuştuğumuzu düşünerek gülüyordu da bir yandan. “Kemalistler
ne yapıyormuş?” diye sordu bu defa. “Onların da bir kısmı, generaller,
gazeteciler Apo gibi içerdeymiş” dedim. Fantastik bir şeyden bahsediyormuş gibi
bakıyordu yüzüme. “Böyle rüya mı olurmuş” diye kahkahayı bastı, “yine
yazıyorsun değil mi? Yeni bir romana mı başladın?” Durdum kaldım o an. Her şey
nasıl da değişmişti. Kimsenin aklına gelmezdi şimdi yaşadığımız şeyler.
“Kemalistler devleti yönetmiyorsa, kim yönetiyor?” diye sordu. “Muhafazakâr
neoliberaller… Erbakan’ın liberal öğrencileri… Yani İslamcılar aynı zamanda.”
“O da ne öyle?” diye bir kahkaha daha patlattı. “Yani yaşam biçimi olarak
İslamcı muhafazakâr, ekonomik olarak neoliberal…” Söylediğim şeylere ben de
inancımı yitirir gibi olmuştum o an. Söylediklerim nasıl da akıl dışı geliyordu
kulağa. “Sonra?” dedi, eğlenceli gelmişti anlattığım şeyler. “BDP diye bir parti
var, HEP’in yerine kurulmuş bir parti. Meclise milletvekili sokmayı başarsalar
da, kadrolarının çoğu tutuklanmış. O partiden seçilen temsilciler, devletin
izniyle İmralı Adası’na gitmişler, tutsak olan Apo’yla görüşüp bilgi
alışverişinde bulunmuşlar, MİT’in gözetimi altında.” Bu defa “MİT’in
gözetiminde mi?” diye bir kere daha şaşırarak kahkaha attı. Onun kahkaha atarak
güldüğü şeylerin, hayatımızı ne kadar değiştireceğini bilmiyordu tabii… Sosyal
medya gibi şeylerden, yaşanılan depremlerden, Arap Baharı’ndan da haberi yoktu.
Rüyamı anlatmaya devam etmemi istedi ısrarla. “BDP ile Apo arasındaki
görüşmenin tutanakları sızdırılmış basına. Rüyamda tutanakları kimin sızdırdığı
tartışılıyordu.” “Niye bu kadar önemliymiş tutanakları kimin sızdırdığı?
Görüşmenin MİT’in gözetiminde olması yetmiyor mu zaten?” diye sordu merakla. O
da kaptırmıştı kendisini rüyanın gerçekliğine. “Öyle değil” dedim, “Sonuçta MİT
de görüşmelerde bir taraf, ama asıl mühimi, tutanaklara yansıyan görüşler.”
Sordu tutanaklarda ne olduğunu, Anadolu’nun İslamlaşmasından sonra bin yıllık
bir Hıristiyan öfkesinin doğduğundan bahsediliyor diyerek tutanaklardaki bazı
başlıkları sıraladım. Kafası iyice karışmıştı. Ama ona anlatırken, bildiğimiz
her şeyin aslında nasıl altüst olduğunu, hızla değiştiğini de fark ettim. Tüm
bu olup bitenleri sindirebilmek için yeterince zaman da yoktu. Yine de rüyada
bile olsa Apo’ya toz kondurmak istemiyordu, “Vardır bir bildiği” dedi. “Nasıl?”
diye sordum bu defa ben ona. “Tutsak olduğunu söylüyorsun, BDP’nin siyasi kadrolarının
da epeyce bir kısmı içerdeymiş. AKP tabanını ikna etmek istiyor olabilir” dedi
yine gülerek. Haklı olabilirdi. Her iki tarafın da bu müzakere sürecinde
birbirinin tabanını etkilemeye çalışması doğal bir şeydi. Ama yine de…
Ben bu tünel kazma işini daha ciddiye almalıyım diye
düşündüm o an. Sadece kendimi anlamak için değil, yaşadığımız sürece dışarıdan
bakabilmek için de…
Birlikte Meis’ten dışarı çıkınca jetonlu bir telefon
kulübesi gördüm. “Bir telefon edip geleceğim” dedim… Bakalım, kazdığım tünel
yine beni Meis’e mi çıkaracak?