Dönüşsüz Gezi
Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
Hepimiz eskiyiz artık, çok eski… Otobüslerimiz sık sık arıza
yapıyor, vapurlar battı batacak. Köprüler çatırdıyor, televizyonlar patladı
patlayacak. Mahkemelerimiz sular altında, yosun bağlamış yasaların yazılı
olduğu belgelerdeki mürekkepler çoktan suya karışmış… Politikacılar yeni
yalanlar bulamadıkları için aynı şeyleri tekrarlamaktan bıkmış, onları
alkışlayan eller tutulmuş artık, yorulmuş… Edebiyatımız da eskimiş artık, aynı
yazarlar benzer şeyler yazıp duruyor, şimdi yazdıklarını elli yıl önce
yazsalardı da olurdu. Çocuklar bile çocuk gibi doğmuyor sanki, gözlerini açar
açmaz bir ihtiyarlık çöküyor üzerlerine…
Eskimiş derken, yeni yapılan bir gökdelenin Ayasofya’dan
daha hızlı ve kolay eskimesinden bahsediyorum, Galata Kulesi sanki bugün
yapılmış gibi pırıl pırıl parlıyor hâlâ… Ya da Dante’nin “İlahi Komedya”sının
yüzlerce yıl evvel yazılmış olduğuna kim inanabilir, günümüzde kitapların ömrü
bir haftayken…
Belki de bu yüzden seviyorum balıkçı kahvelerini… Her şey
doğaldır orada, herkes kendi gibidir, eskimişliğinin farkında. Elli yıl önce de
aynı bayat çay, aynı sohbetle içilirdi, ama balık daha çoktu ve daha gerçekti
neşesi de, hüznü de insanların. Kaybedenler ya da tutunamayanlarla değil, kaybeden
olduğunun farkında ve tutunmayanlarla çevrilidir etrafın. İnsanların, daha baştan
kaybettikleri bir savaşta, tutunmak için amansız bir mücadele içinde ömürlerini
boşa harcadıklarını düşündüğüm olur oralarda. Aslında herkes, dışarıdan
bakabilse kendine, hayatına, çok eskide kalmış olmayan bir şeye tutunmaya
çalıştığını görebilir rahatlıkla.
Aslında gördük. Yüz binler, Gezi’de aralanan bir kapıdan
kendisine, yaşadığı hayata, hatta ve hatta geleceğe baktı kısa bir süreliğine. Herkesin
gözünde o bakıştan kalan bir ışık saklı artık. Yeni olanı, geleceği görmeden
bilemezsin ya, belki de o yüzden, görmesinler diye gaz fişekleriyle gözleri
çıkarıldı insanların. Gördükleri şeyin gerçek olmadığına dair yayınlar girdi
hemen devreye, gazeteler aynı manşetleri attı durmaksızın, yanlış gördünüz
demeye getirdiler sözü. Muhafazakârız ama yeniyiz! Yeni bir Türkiye kuruyoruz
ama eskiye dönüyoruz, Osmanlı’nın ihtişamına. Yenilik gelecekte değil, geçmişte
onlar için, bilim denilince sadece teknoloji geliyor akıllarına, şimdiki
teknoloji Osmanlı’da olsaydı neler olurdu neler… Ama Osmanlı’yı da bilmiyorlar
işin kötüsü, sadece atın üzerinde bir padişah canlanıyor gözlerinde, kendisine
harem yapsa da sevişmeyen, durmaksızın savaşan bir padişah… Muhafaza ettiklerini
düşündükleri değerlere zarar verdiklerinden habersiz, doludizgin gidiyorlar eskittikleri
bir geçmişe… Gezi’de yaşanılan geçmişle geleceğin karşılaşmasıydı, olan ile
olması gerekenin… Olanı görmeden, olması gerekeni bilemeyiz…
Chris Marker’ın 1962’de çektiği “La Jetée” filminde vardı
böyle bir bakış, hani şu sinemanın en eski teknolojisiyle çekilmiş fotoroman
tarzındaki distopik bilimkurgu filmde… Üçüncü Dünya Savaşı yüzünden yerle bir
olan dünyayı kendi başlarına yeniden inşa etme şansları kalmadığı için, bir
sığınakta geçmişe ve geleceğe elçiler göndermek için yapılan deneylerden
bahsediyordu film. Şöyle deniyordu filmde: “Ama insan zihni bu fikre
direniyordu. Başka bir zamanda uyanmak, yetişkin bedeninde doğmak demekti.” Geçmişten
daha iyi korunuyordu gelecek... Eski inanışlar ve fikirler yüzünden biraz da, Gezi’yle
birlikte başka bir zamana uyansalar dahi, insanların zihinlerinde görülen
direnç…
Belki de bu yüzden seviyorum balıkçı kahvelerini … Varlığı, mekânı
ve zamanı bölen bilinci zayıflatan yerler, geçmişe ve geleceğe yolculuk yapmak
daha kolay bu yüzden. Max Frisch, sürekli aydınlığa baktığımız için geçmişe
göre daha karanlıkta olduğumuzu söylüyordu YKY’den okuduğum günlüklerinde. “Biz
aydınlığa bakan insanlarız” diyordu, “bilincimizin ışığının dışındakileri
göremeyiz. Bu nedenle sürekli takılıp sendeliyoruz. Sağduyumuz yok.”
Sağduyu, hiç bugünkü kadar lazım olmamıştı, çünkü eskitilmiş
bu hayat, artık içimize doğru çöküyor, gökdelenleri, AVM’leri, mahkemeleri, köprüleriyle
birlikte. Geleceğe aralanan o kapıdan gördüğümüz ışık, kendimize, etrafımızda
olup bitene aracısız, dışarıdan bakabilme yeteneğini kazandırdığından beri, her
şey çok eski artık… Başka türlü bir hayatı düşleyerek geçeceğiz o kapıdan, bir
kere adım attık geleceğe, artık geri dönüşü yok…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 13 Kasım 2013)