Uçuş Serbest

Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0

Mayıs ayından bu yana bazılarımızın kanatları var. O kanatlarla ne yapacağımızı, nasıl uçacağımızı henüz bilmiyoruz. Bir süre uçmuş, uçtuğumuz zaman da yüzlerce tüfek üzerimize doğrulmuştu. Aramızdan bazılarının vurulup düştüğünü, bazılarının da yaralandığını gördük, kurulan tuzaklarla yakalananların ise, uçamasınlar diye kafeslere kapatıldığını... Gökyüzüne savaş uçaklarıyla şöyle yazıldı sonra: “Uçmak kesinlikle tehlikeli ve yasaktır.”

Pek çok şeye tanık olduk birlikte uçarken. Bazılarımız hızını alamayıp duvara tosladı, bazılarımız âşık oldu yaşamın anlamını keşfetti; nihayetinde kim uçtuysa, artık uçmadan evvelki kişi değildi. Ama kanat çırpmaktan kolları yorulanlar da var; onlar kanatları olduğunu bilmiyorlardı ki o güne kadar, bir anda gökyüzünde, o sıcak yuvalarının ve alışkanlıklarının uzağında bulmuşlardı kendilerini. Başları dönüyor, hangi yöne uçacaklarını, uçtuktan sonra ne olacağını bilmiyorlardı. Bildiğini sanan ve ahkam kesenleri de anlamıyorlardı; bu kadar yeni bir bilgi, kendisini öyle hemen bilinç düzeyine taşır mıydı ki? Kanat çırpmaktan yorulmayanlar da vardı elbette, onlar örgütlü oldukları için motivasyonları daha güçlü, daha önce uçmamış olsalar da eski uçuş tecrübelerinden haberdardılar. Yanıldıkları şey, her uçuşun kendine özgü bir deneyim, uçuş fikriyle uçmanın kendisinin farklı şeyler olduğuydu...

Otobüste, vapurda, sokakta, kanatlarının farkında olan ama o kanatlarla ne yapacağını bilemeyen insanlara rastlıyorum. Bir kısmı kanatların varlığını unutmaya çalışıyor, gökyüzünde yazan “Uçmak kesinlikle tehlikeli ve yasaktır” yazısına bakarak. Bir kısmı gizli gizli o kanatları okşuyor, evcil bir hayvanmış gibi; hülyalara dalıyor, uçmaya dair güzel anları düşünerek. Bazılarımız da daha iyi uçabilmek için kanatlarına bakım yapmakla meşgul; bir kere uçanların bir daha uçmak isteyeceklerinden eminler...

Günümüz dünyası belirsizliklerle dolu ve sürekli bir kriz ortamı içinde. Her yanımız ölümle, ölümden yana güçlerle kuşatılmış durumda. İnsanları, dev bir laboratuvarın içindeki kobaylara benzeten sitüasyonistlere hak vermemek imkânsız. Gündelik hayatın içine sürekli olarak ölüm tohumları serpiliyor. Stres, sinir gerginliği, gıdaların bozulması, doğanın tahribatı, hastalıktan beter tedaviler, irili ufaklı savaşlar, trafik ve iş kazaları, durmaksızın çoğalan virüsler, arzuları hem kışkırtan hem de denetlemeye çalışan şartlandırmalar vs… Kimse doğal ölüm yaşamıyor bu laboratuvarda. Özgürlüğü ve aşkı bir yanılsamaymış gibi yaşayan biz kobayların, gerçekte kanatlarını olduğunu öğrenmesinden daha mühim bir şey yokmuş gibi geliyor bana. Kanatlarımız olduğu sürece, eninde sonunda o laboratuvardan kaçacak bir yol bulacağız.

Sırf para kazanmak için kitap yazdığını düşündüğüm bir akademisyen, gazetelerden birine röportaj vermişti geçenlerde. Günümüz insanını iki şeyin, alışveriş ve seksin motive ettiğinden; karı-koca rollerinin melezleşmesinin evlilikleri zayıflattığından ve daha bir dolu şeyden bahsediyordu. Sonra Gezi’ye getirdi sözü ve Gezi’nin ne bir kırılma anı, ne de sonraki güzel günlerin müjdesi olduğunu; Gezi’ye katılanların “kalabalığa aşkla bağlanmış yalnız insanlar”dan oluştuğunu söyledi. Günümüz insanı ne çektiyse, bilgiyi bir sömürü ve şartlandırma aracı olarak kullanan uzmanlardan çekti aslında. Onlar her yerdeler ve sistemi eleştirirken bile olumlar, melezleşmeye karşı çıkarak geleneksel rolleri yeniden tasarlar, finans kapitalizm canavarına taze ruhlar kurban etmek isterler; çünkü kendileri, hizaya sokulmuş akademik dünyanın, yeni hiçbir şey söyleyemeyen robotlaştırılmış figürleridir sadece. Aslında bu durumu en güzel Elisabeth Roudinesco tanımlıyor, Metis’ten çıkan ve Alain Badiou ile yaptıkları söyleşiden oluşan “Dün Bugün Jacques Lacan” adlı kitapta: “Hiçbirinde ruh yok, entelektüel ve siyasi bir angajman yok, tutku yok. Kısacası, bu birliklerde yaratıcılık, macera ruhu ve düşünce yok.” Roudinesco kısaca, “kanatları yok” demeye getiriyor sözü. Kanatları olmayanların Gezi’yi anlamaları beklenemez zaten.


Yahya Kemal, “Uçuş” şiirinde, bir ruhu besleyen hava yalnız yukardadır” diyordu ve uçtukça hayal ettiğimiz âlemi göreceğimizin müjdesini veriyordu. Pablo Neruda da “toprağa döner insanın ayakları, / yalnızca kanatlar kaçar ölümden…” diye yazmıştı. Neruda’nın dediği gibi, üzerimize ölüm tohumlarının serpildiği bu hayattan kaçmak için kanatlarımızdan başka bir şeyimiz yok… Uçmaya devam….

Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 9 Ekim 2013)

0 yorum: