Mavi Kelebek
Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
En uzun haftalardan birinin
ortasındayız. Siyasi tarihimizin belki de en gerilimli seçimlerinden birisi
gerçekleşecek… 68 Mayısı’nın, De Gaulle’ün seçimleri kazanmasıyla sona erdiği
söylenir durur. De Gaulle, Başbakan gibi halkı kamplaştırmadığı için kolay
olmuştu belki de bu son, ulus bilinci baskın çıkmıştı devrimci olana… Ama 68
Mayısı, tıpkı Gezi’de yaşadığımız gibi her şeyi derinden etkilemişti gündelik
hayattan felsefenin yapısına kadar.
Bizdeyse durum farklı, Gezi Ruhu,
iktidarı yararak başladığı işi bitirmeye kararlı, bir de içimizdeki Toma’lar
olmasa… Liberalinden solcusuna çoğu kişi, içindeki Toma’yı ödünç devlet aklıyla
doldurup halkın üzerine sıkarak kariyer yapma derdinde oldu genellikle. İçimizdeki
Toma’lara su taşıyan eski siyasi söylemler sona erdikçe, Gezi Ruhu da büyüyüp
serpilecek bir ağaç gibi, bu toprakları kökleriyle sıkı sıkıya kavrayarak. Bir
ağaçtan daha güzel ne anlatabilir çokluğu, dalları ve yapraklarıyla
farklılıkların uyumunu…
İktidar partisi seçimlerden
güçlenerek çıksa dahi, kimsenin oy oranını dikkate alacağını sanmam,
yolsuzluklar bu kadar ayyuka çıkmış, özgürlükler ve haklar bu kadar pervasızca
gasp edilmişken. Başbakan’ın sürekli aldığı oy oranına vurgu yaparak iktidarını
ve uyguladığı politikaları meşru gösterme çabası, yerel seçimleri ister istemez
yolsuzlukların ve özgürlüklerin oylandığı bir referanduma dönüştürdü. Yani Gezi
Parkı’ndan nasıl çıkamadıysa iktidar, bu seçimlerden de çıkışı yok, çünkü var
olan iktidar anlayışı ve siyaset yapma biçimi, sürdürülemeyecek bir noktaya
geldi. 12 Eylül siyaset sahnesi bu kadar hıncı ve baskıyı taşıyamaz artık,
direkler çatırdıyor; yasalara ve kurumlara güven, ayakkabı kutularındaki
paralar gibi sıfırlandı.
Yine de, bu en uzun haftanın
ortasında içimin daralmasına engel olamıyorum. Balkona çıkıp, o çok eski
yıldızların altında, büyülü nesnelerimden biri olan kelebek şeklindeki mavi
tokayı elime alıp gözlerimi kapatıyorum. Önce ıhlamur kokusu geliyor burnuma,
sonra kendimi onun yanında, bir sokakta yürürken buluyorum. Hani ağaçların ya
da kedilerin insanı neşelendirdiği, merdivenleri, kır kahvesi ve daha bir sürü
güzel ve sevimli şeyin olduğu bir sokakta… Artık hayatta olmadığı için, bunun
bir hayaletle konuşma mı, yoksa anılarım aracılığıyla zihnimde yarattığım bir
sahne mi olduğunu bilmiyorum.
Yürürken dönüp bana “Bizim
yanlışımız, insanları fazla sevmekti belki de” diyor. Pişmanlık gibi
algıladığım bu sözlere şaşırdığımı görünce, devam ediyor: “Ama birbirimizi de o
zaman böyle sevemezdik…” Hüzünlü bir gülümseme yakalıyor ikimizi de… Hakikati
söylemek için duyulan arzu, bu topraklarda cezasız kalmamıştı hiçbir zaman, ama
o arzuyu duyanlar da eksik olmamıştı hiç.
Elimden tutup, deniz kenarındaki
kır kahvelerinden birisine oturtuyor, baharın geldiğini o zaman anlıyorum.
Romantik şeylerden konuşuyoruz önce, ona şiirler okuyorum. Sonra gözlerime
bakıp endişemin kaynağını görüyor: “Biliyorum, sermayenin ve medyanın
kontrolündeki temsili demokrasinin tuzağı olan seçimlere inancın olmadı hiçbir
zaman. Kimin parası daha çoksa, kimin daha çok gazetesi, televizyonu varsa onun
konuştuğu, diğerlerinin de sadece alkışlayıp oy vererek iradesini teslim ettiği
bu sistemden kurtulmadan adaletsizlikler sona ermeyecek. Temsili demokrasiden
katılımcı demokrasiye geçmeden, insanların kendi hayatları hakkında söz sahibi
olmasının önündeki engeller kaldırılmadan, hiçbir şeyin düzeleceğine
inanmıyorsun.
Ama şu da var, askeri darbelerle
karanlığın nakış gibi işlendiği bir ülkenin kabuk değiştirmesi de kolay iş
değil. Yasalar ve kurumlarıyla, parti ve sendikalarıyla bu yırtık pırtık, pis
ve kanlı elbiseyi çıkarıp çıplak kalmaktan o kadar korkuluyor ki, hâlâ birileri
yama yaparak elbisenin giyilebileceğine inandırmaya çalışıyor insanları. O
yırtık pırtık giysinin altındaki, artık kurtlanmış yaraları temizleyip pansuman
yapmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Belki de seçimler, o kanlı giysiyi
üzerimizden sıyırmak için bir vesile olur, şimdiki iktidar partisinin egemen
kıldığı totaliter anlayışa son vererek...
Daha ne olması gerekiyor ki hem,
Gezi diye olağanüstü bir şey yaşandı bu ülkede. Ölenler ve sakatlananların
anıları bu kadar tazeyken, aylardır biber gazına boğulan bir ülkede yaşayıp da,
sadece Berkin için bile, iktidar partisine oy verilmeyeceğini anlamayan
kaldıysa…” Susuyor sonra… Biliyorum o susuşların anlamını, alt dudağı titriyor
istemsizce… Mavi kelebek, uçuyor elimden…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 26 Mart 2014)