Karışan Gölgeler
Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
Gölgesi karışanlardanım. Lanet
gibi bir şey aslında, çünkü bir başkasının gölgesine karışınca, o kişi oluyor,
onun gözünden bakıyorsun hayata. Kendi varoluşum yeterince ağırken, başka
gölgelerin yükü altında ezilip yaşamın kıyısına düşmemek için, kâğıt ve kaleme
sarılmak da işe yaramıyor bazen. Bugünlerde o kadar ağırım ki, Turgut Uyar’ın
dediği gibi “sevgim acıyor” artık, dikey ve yatay mutsuzluklardan…
Mesela geçenlerde, vapur yolculuğu
yaparken güvertede gazete okuyan bir adamın gölgesine karıştım istemeden. O
saatte güneş öyle bir yerden vurdu ki, gölgesinden kaçamadım. Yolsuzluklarla
ilgili ses kayıtlarında kendi sesini duyacak kadar Başbakan’ın sözleriyle,
vaatleriyle, yapıp ettiklerini ballandıra ballandıra anlatan televizyon ve gazetelerle
yatıp kalkmış biriydi, öfke doluydu içi. Sadece bir politikacı değildi onun
için Başbakan, afişlerde yüzünü görmek bile içini rahatlatıyordu. Bazen onun
için dua ettiği bile oluyordu, ölmüş babasına dua ettiği gibi. Cezaevinden
çıkıp devletin başına geçmiş, Cumhuriyet elitlerinin itip kaktığı muhafazakâr
yaşam tarzına sahip insanların koruyucusu, kurtarıcısı olmuştu. İsrail’e kafa
tutmasaydı, uluslararası güçlerin kışkırtmasıyla üç beş ağaç için halk sokağa
dökülmez, ses kayıtlarıyla içeriden ihanete uğratılmazdı. Başkası olsa bu kadar
baskı karşısında pes ederdi ama geri adım atmayıp dik durarak gerçek bir lider
olduğunu ispatlamıştı halkın gözünde. Yolsuzluklarla ilgili iddialar içini
kemirip huzursuz etmiyor değildi, ama diğerleri iktidara gelince yapmayacak
mıydı yolsuzluk, üstelik onun gibilere zırnık koklatmayacak, sadece kendilerine
çalışacaklardı. Kürtler de, Aleviler de, diğerleri de hep daha fazlasını
istedikleri için bu hâle gelmişti sorunlar, iyi niyetliydi yoksa Başbakan,
zaten iyi niyetinin kurbanı olmuştu. Bir rahat bırakmamışlardı ki…
Vapur ilerlediği için güneşin yeri
değişmiş ve gölgem tam arkamda duran solgun bir genç kızın üstüne düşmüştü.
Oturduğu sıraya Berkin’in adını yazıyordu titreyen elleriyle. Paramparçaydı
içi. Çok haksızlık vardı hayatta, sokak ortasında kadınların öldürülmesinden iş
cinayetlerine, Zirve Kitabevi katliamını yapanların serbest bırakılmasından linç
çetelerinin ırkçı saldırılarına kadar, beceriksiz ve saldırgan bir hükümetin
çaresizliğinin neden olduğu bir cehennemde yaşadığını düşünüyordu. Zor
koşullarda okuyordu üniversiteyi, mezun olduktan sonra Alevi ve Kürt olduğu
için devlette çalışma ihtimalinin düşük, çalışsa bile yükselmesinin neredeyse imkânsız
olduğuna inanıyordu. Ailesinin durumu da aynıydı, bütün ihaleler, krediler
iktidarı destekleyen çevrelere gidiyordu. İşsiz kardeşi, geçenlerde intihara
kalkışmıştı, kredi kartı borcunu ödeyemediği için. Açılımdır, barış sürecidir diye
diye insanları yıllardır oyalıyorlardı. Kendi varlığını sürekli tehlike altında
hissetmekten bıkmıştı. Gezi Direnişi sayesinde ilk defa kendisini bu ülkenin
bir parçası olarak hissetmiş, bir geleceği olduğuna inanmıştı. İftira ve
yalanlarla, yaşanılan her şeyi duvarlara yazılan şiirleri siler gibi silmeye
çalışsalar da başaramayacaklarına inanıyordu, çünkü içinde tarif edemediği, yok
edilemeyecek bir şeyin varlığını hissediyordu. O tarif edemediği şey, onu
sadece diğer insanlara değil, yeryüzündeki bütün canlılara bağlayan gizemli bir
güce sahipti. Berkin için sıraya şiir yazdıran da, içindeki o gizemli güçten
başka bir şey değildi.
Vapur iskeleye yanaşırken
gölgelerimiz ayrıldı o genç kızla. Yolcular inerken, martıların gölgemdeki yükü
alıp rüzgâra ve denize bırakmasını bekledim. Kimse için hiçbir şey yolunda
gitmiyorsa eğer, ki gitmiyor, birçok kişinin umut bağladığı seçimler de hiçbir
şeyi değiştirmeyecek. Gölgelerin birbirine karışmasını engelleyen kamplaşmalar
sona ermeden, bu ülkenin yükü de hafiflemeyecek. Arundhati Roy, Express
dergisindeki söyleşisinde, Hindistan’da ortaya çıkan yolsuzlukların seçim
sonuçlarını etkilemeyeceğini söylüyordu. Çünkü seçim alanını kontrol edecek
güçteki büyük partiler, zaten yolsuzlukların asıl nedeni olan eşitsizliklerle
var olan partiler. “Tüm politikacılar dürüst olsa bile mevcut düzende
sürdürülemeyecek bir durum var. Büyük şirketlerin tekelleşmesinin önüne
geçilmedikçe, iktidar ağları bozulmadıkça, medya büyük şirketlerin kontrolünden
çıkmadıkça bu geminin batması kaçınılmaz” diyordu Arundhati Roy. Ve sözlerini
şöyle tamamlıyordu: “Meselenin temeline bakarsak, bir içsavaşa doğru
sürükleniyoruz; aslında, bu savaş çoktan başladı.”
Vapurdan inerken, genç kızın
Berkin için arkasında bıraktığı Turgut Uyar’dan dizeler uçuşuyordu güvertede: “Yazık
sevgime diyor birisi / Güzel gözlü bir çocuğun bile / O kadar korunmuş bir yazı
yoktu / Ne denmelidir bilemiyorum / sevgim acıyor”. Acımasın artık sevgimiz,
uyan be Berkin diye düşünürken, az evvel gördüğüm o genç kız, gözyaşları içinde
yığıldı iskelede. Ah ki ah! Gölgem gölgene karışsaydı Berkin, sen değil de ben
gitseydim gölgeler diyarına… Vapur vapurlar, şehir şehirler yavaş yavaş
batıyordu, kanatları çuvala sığmamış bir çocuğun gözbebeklerinde…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 12 Mart 2014)