Değişmez Olan
Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
Kasım, benim için Ingeborg Bachmann’ın Paul Celan’a mektubunda
yazdığı gibi her şeyi biraz daha hüzünlü yapan bir ay. Nadiren çıkan güneş,
kışın habercisi rüzgârlar, soğuklar, sararmış yapraklar… Sizi kuşatan bu hüznü,
önce reddetseniz de, Kasım rüzgârı iç dünyanıza girecek bir açıklık buluyor
mutlaka, sonra alışmaya başlıyorsunuz bu tanıdık ruh hâline...
Ben de öyle bir ruh hâli içindeyim ne zamandır. Çünkü bir
yandan çok feci şeyler oldu, oluyor. Mesela Van’daki depremzedeleri uzun
zamandır devlet yüz üstü bırakmış durumda, bir taraftan asrın projeleri
gerçekleştirilir, davullu zurnalı açılışlar, şenlikler yapılırken. Kuşların göç
yollarını dahi değiştirecek projelerle övünen bir hükümetten daha fazla bir şey
de beklenemez zaten. Ama sadece bu hükümeti suçlamak da kolaycılık olur.
Bugünkü iktidar da Türkiye’deki siyaset geleneğinin bir sonucu nihayetinde. Altan
Öymen’in 27 Mayıs’ı anlattığı Doğan Kitap’tan çıkan “… Ve İhtilal” kitabını
okurken, neden hiçbir şey değişmez diye sormaktan kendimi alamadım. Osmanlı’nın
son dönemine ait gazete yazılarına bakarken de aynı duygu yakamı bırakmadı. En
iyisini, en doğrusunu kendilerinin bildiğini zanneden, kimseye hesap
vermeyecekleri bir yönetim biçimi için çırpınan, oldu bitti muhalif gazetecileri,
yazarları bir kaşık suda boğmak isteyen politikacılar ve onların entrikalarla
dolu iktidar savaşları süregelmiş hep. Olan da hep bu toprakların yoksul
insanlarına olmuş, Yemen’e, Kore’ye asker gönderir, karın tokluğuna bu ülkeyi
inşa ederken, en ufak bir hak talebinde kendisini dar ağaçlarında, ordunun,
polisin karşısında bulan yoksul halka... Aslında biraz daha yakından bakınca, bu
toprakların Osmanlı çökerken ortaya atılan siyasi projelerin çatışma sahnesi olmaya
devam ettiğini de görmek mümkün. 6-7 Eylül olaylarını bile bahane edip komünist
avına çıkan, Aziz Nesin’leri, Kemal Tahir’leri olaylarla ilgileri olmadığı
halde hapse atan Menderes’i demokrasi kahramanı ilan edenlerle, Menderes’i idam
sehpasına çıkaranların özgürlükçülüğü, siyasi geleneğinimizin pejmürdeliğinin,
işe yaramazlığının ispatı bir bakıma.
Sadece bu topraklar değil, dünya öyle bir haldeki, “Görünmez
Kentler”in, “Varolmayan Şövalye”nin yazarı, II. Dünya Savaşı yıllarında faşizme
karşı direnişe katılmış Italo Calvino’nun da dediği gibi, insanın yeniden
doğuşunu sağlayacak “genel bir ahlaki devrim”den başka bir çıkış yolumuz yok. Sınıf
bilincinin kitle kültürü içinde eritildiği bir sistemde her ne kadar önemini
her zaman korusa da sendika gibi yapılardan ya da insanları siyasetten soğutan
kafası karışık hiyerarşik örgütlenmelerden medet umacak bir yerde değiliz. Koç
Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan Manuel Castells’in “İsyan ve Umut Ağları”
kitabında da yazdığı gibi, insanların bir arada yaşaması ve hayatı doğayla
paylaşma kapasitesi artık son noktasına gelmiş bir dünyanın eşiğindeki bireyleriz.
Yeniden “biz” olabilmenin, insan olabilmenin yeni biçimlerini, yani Calvino’nun
çıkış yolu olarak gösterdiği “genel ahlaki devrim”i, son yıllarda dünyanın pek
çok yerinde görülen isyanların yarattığı yeni siyaset dili ve anlayışını geliştirerek
başarabiliriz ancak, “bilinç” ve “tasarım” öğelerinden vazgeçmeden. Calvino,
YKY’den çıkan “Yeni Bir Sayfa” adlı kitabında yer alan denemelerinde, bu iki
öğenin üzerinde özellikle duruyor, kendiliğindenliğin anlamlı bir biçime
kavuşabilmesi için. Castells, çıkmazlara sapan çok sayıda ideolojik ve kurumsal
tuzaklar konusunda uyarırken de aynı kaygıyla hareket ediyor, “yeni bir yol
açıp örmek”, “insanlığı sıfırdan yeni baştan kurmak”, o kadar da zor değil,
insanların düşünme biçimlerindeki değişim, iktidarların kaderini belirleyecek
yegane güç çünkü…
Kasım ayı, hüzünlü bir ay… Ama ne olursa olsun, “Kalp
Zamanı” adlı kitapta yer alan Ingeborg Bachmann’ın Paul Celan’a yazdığı
mektupta “Önümüzdeki günler için sana umutlarımı yolluyorum!” dediği gibi, her
şeyin iyiye gideceğine dair inancını korumak istiyor insan. Belki de bu yüzden,
duvarlarda “Berkin Uyanacak!” yazıları görüyorum sık sık, otobüste, vapurda,
sanki unutmamak için kendi kendine “Berkin Uyanacak!” diye mırıldanan insanlara
rastlıyorum, sonra o insanların sokaklarda bir araya gelip “Berkin Uyanacak!”
diye haykırışlarını duyuyorum. Ama Berkin gözlerini açmıyor bir türlü, o
açmadığı için de her şey daha bir hüzünlü, eksik… Her şeyin uçup gittiği
bugünlerde, değişmez olanı akılda tutmanın zorluğundan bahsediyor ya mektubunda
Bachmann, artık herkes değişmez olanın ne olduğunu iyi biliyor: Umut…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 20 Kasım 2013)