Sahici Midyeler

Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0

Kimse inanmasa da devletimizin çok güzel planları varmış bizler için. Hükümet üyeleri de, onları televizyonlardaki programlarına çıkarıp uzun uzun söyleşen, övgülerle dolu manşet atanlar bile inanmıyormuş ya o planlara, siz onları da, yapılan planları da boşverin. Yaptıkları seçimlere bile inanmayanlardan ne beklersiniz, rüyalarında bile oyları sayıp duranlardan. Öğrenciyken bazen o kadar çok okey oynardık ki, rüyalarımızda da okey taşlarını sayardık, fena sıkıcı bir işti. Okey oynamaya benziyor aslında biraz seçimler, elindeki taşları doğru bir biçimde dizmen yetmez, karşı tarafın da dizdiği taşları tahmin etmen gerekir ki, doğru taşı beklediğinden emin olasın. Ama görüldü ki, taş çalar gibi oy çalınıyormuş, sonra gel de inan yaptıkları işe, söyledikleri söze…

Belki de bu yüzden fena halde sıkıldığım oluyor bu ülkeden, kimse bir şeye inanmıyormuş gibi geliyor bazen. Devrimcisinden müslümanına, iktidarından muhalefetine, edebiyatçısından sinemacasına, sanki bir şey başarmak için illa ikiyüzlü olmak gerekiyormuş gibi bir sahtelik… Osmanlı’nın son zamanlarından bugüne kadar vatan aşkıyla bir sürü güzel planlar yapıldığını okuyorum kitaplarda. O güzelim planlara inanmadıklarını söyleyenlerin hain ilan edildiğini, sürüm sürüm süründürüldüğünü, yetmeyip öldürüldüğünü… Ama sorun şu ki, o planları yapan hiçkimse zaten inanmamış yaptığı ettiği hiçbir şeye. Çocuk oyunu gibi düşünün devlet yönetimini. Bir çocuk, hırsız polis oynarken, gerçek olmadığını bile bile inanır ya hırsız ya da polis olduğuna, öyle canla başla koşturur, ona benziyor bizim plan yapanlarımız da. Gerçek değil kendileri gibi…

Üniversite öğrencisiyken senarist olmaya karar vermiş, bir gazete ilanından yola çıkarak bir film atölyesinin seçmelerine katılmış, nasıl olduysa artık geçmiştim o seçmeleri. Sonrasında atölyeye devam etmeyip, sayfa başına para aldığım bir roman yazma işine girsem de –ki hayatımın yönünü değiştiren bir hikâyedir, belki başka bir zaman anlatırım- yönetmen Yavuz Özkan’la atölyede bir masada otururken sürekli olarak bana ve başkalarına “Sahici insan olmak gerek” dediğini duymuştum. O kadar çok söylemişti ki bu “sahici insan olmak” sözünü, o yıllardaki varoluşçu hallerim iyiden iyiye depreşmişti. Neydi bu “sahici insan”? Ne yer ne içer, nasıl sever, başkalarıyla nasıl ilişki kurar? Sonra anladım ki inanmakla ilgili bir şey sahici olmak, kendine, başkalarına, yaptığın işe, şiire, aşka, hayata inandığın ölçüde sahicisindir. İnandığın şey sahte olabilir, mesela birinin aşkına inanmışsındır ama o seninle sadece vakit öldürmüş ve tekmeyi basıp gitmiş olsun… Hiç önemli değil, sen o aşka inanmaya devam ettikçe, o aşk da, sen de sahicisinizdir.

Sahici insan olmaya kafayı taktığım günlerde, sonradan ana akım medyada yazılar da yazacak olan bir kadınla tanışmıştım. “Bana yoksullardan bahsetme. Açsalar gidip midye çıkarsınlar” demişti bir gün ve bunu söylediği zaman tam da bir yol ağzındaydık ve yağmur yağıyordu. Hiçbir şey söylemeden soldaki yola sapmış ve arkama bakmadan yürüyüp gitmiştim. Eğer o sözü etmeseydi, muhtemelen sevgili olacaktık, belki evlenecektik, kim bilir… Böyle durumlarda aklıma Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ı gelir, hani hoşlandığı iki kadın farklı yönlere sapınca, acilen hangisinin peşinden gideceğine karar vermesi gerekir ya. Bayan B’nin değil de Güler’in peşinden gider ve sonra düşünür acaba aradığı aşk Bayan B’de miydi diye? Güler’in peşinden gitmesinin nedeni, Tophane civarını sevmemesiyle ilgilidir yalnızca, Bayan B. o tarafa doğru yürümüştür çünkü. Cemal Süreya’nın dediği gibi “Hep sen kazanırsın çözümsüzlük!” Bana yoksullardan bahsetme diyen o genç kadın, sonradan sürekli yoksullardan bahseden yazılar yazıp durdu, o yazıları yazarken midye yediğini hayal ettim hep.


Sahici insan olmanın her zaman ağır bedelleri olmuştur ama o bedelleri ödedikçe insanın güzelleştiğine de tanık oldum. Ün ve para için kendisini helak edenlerin çaresizliği daha büyük gelmiştir bana. Etrafınızdaki güzel insanlara dikkatlice bakarsanız, inandıkları şeyler uğruna mutlaka bedeller ödemiş olduklarını görürsünüz. Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ının bizleri o kadar çok etkilemesi de, aslında gerçek aşkı arayan sahici bir insan oluşu değil miydi, eksikliğini duyduğumuz en önemli şey… Aç kalsak da midye çıkarır doyururuz karnımızı, yeter ki sahte olmasın yaşadığımız hayat… “Bir bardak su” yeter saçlarımızı ıslatmaya…

Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 9 Nisan 2014) 

0 yorum: