Yaşayan ve Ölü Daireler
Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
2012, üzülecek şeylerle dolu koca bir yıldı. Ama hayat devam
etti… Mayaların dünyanın sonuyla ilgili kehaneti bile tutmadı. Zaten büyük bir
çoğunluk kıyametin olacağına da inanmamıştı. O büyük çoğunluğun herhangi bir
şeye inandığı da şüpheli aslında. Mesela Abdullah Öcalan’la görüşüldüğü
açıklandı daha yeni. Temkinli de olsa birileri o büyük barışın yaklaştığına
dair yazmaya, konuşmaya başladılar yeni yılın ilk günlerinden itibaren. Umutlu
başlandı yani yeni yıla. Yaşanan bunca hayal kırıklığından sonra, umudun eskisi
gibi bir umut olamayacağını, anlamını fazlasıyla yitirdiği açık. Ama her şeye
rağmen eskimiş de olsa bir umuda sarılmak, umutsuzluğa sarılmak ve onu
örgütlemekten iyidir.
Spinoza, bir çemberden bahseder “Ethica”da… Örneğin bir adam
dairenin merkezinden çevresine çizilen çizgilerin eşit olmadığını söylüyorsa,
bu onun hatalı olduğu anlamına gelmez der. En azından o an için onun daireden
anladığı ile matematikçilerin anladığı farklıdır. Yani o adamla, bir
matematikçinin kafasındaki daireler farklıdır. Çoğu hatanın, bu farklılıktan,
şeylerin yanlış adlandırılmasından kaynaklandığı üzerinde durur Spinoza. Bizim
de barıştan anladığımız şey de o daire gibi bir bakıma. Devletin kafasındaki
dairenin, daire olduğu bile şüpheli aslında. Daha çok girintili çıkıntılı,
amorf bir şeye benziyor devletin kafasındaki daire. Tanımlanması zor olan bu
şekili daire olarak da, altıgen olarak da görebilirsiniz baktığınız yere göre.
Aslında bu durum sadece barış için de geçerli değil. Devletin anladığı
anlamıyla özgürlüğün, benim gibi bir gazete yazarının anladığı özgürlükle
hiçbir ilgisi yoktur mesela. Kafamdaki özgürlüğü ne kadar detaylı anlatsam da,
devlet için bu faydasız bir çaba olacaktır. O yine bana kafasındaki özgürlük
tanımını dayatacak, gerektiğinde güç kullanarak benim kafamdaki daireyi silmek
için uğraşacaktır. Tarihimiz, kanla çizilmiş dairelerin silindiği duvarlarla
kuşatılmış bir tarih.
Barıştan mı bahsediliyor? Roboski dairesinin merkezinden çevresine çizilen çizgiler
eşitlenmeden, barıştan anlaşılan şeyler farklı olmayacak mı? Kanlı bir daire
çizildi tam oraya ve çok eskiden çizilmiş ve izleri kalmış başka dairelerin
içinde kaybolmuş durumda sınırları… Bu yüzden, Roboski’den konuşurken sadece
Roboski’den konuşmuş olmuyoruz.
Bir de Paul Ricoeur’ün dairesi var. Onun dairesinde,
çatışmalar, değiş-tokuşlar, bölüşmeler var. Çatışma en sıkı, en görünür gerçeği
temsil ederken, bölüşüm –payların dağıtımı anlamında- ise en geniş, en kuşatıcı
çekirdektir. Bugünlerde yapılan “barış görüşmeleri”, en görünür olan
“çatışma”yı sonlandırmayla ilgili. Ama beni asıl ilgilendiren dairenin en
geniş, en kuşatıcı olan çekirdeği, yani barışın paylaştırılması. Roboski’de
çocuğunu kaybeden biri, o barıştan nasıl bir pay alacak sizce? Barış eşit bir
biçimde dağıtılabilir mi, ya da eşit olarak dağıtmak bazen adaletsizlik
anlamına gelmez mi?
Barışın aynı zamanda içsel bir süreç olduğunu unutuyoruz
sıklıkla, kâğıt üzerinde çizilen daireler ve hesaplar olduğunu sanıyoruz. Bu
yüzden, Mayaların kıyamet senaryosuna inanır gibi inanıyor insanlar,
gerçekleşmesi sadece hayali varsayımlara dayanan barışa. Hiçbir barış, kapalı
kapıların ardında çizilecek dairelerle gerçekleşmez çünkü.
Ricoeur’ün “Eleştiri ve İnanç” adlı kitabında dediği gibi,
“geçmişteki insanların gerçekleşememiş, engellenmiş ya da yok edilmiş
umutlarını yerine getirmezsek ütopyalarımızın çoğu boş kalır.” Ricoeur’ün demek
istediği, barış mı istiyorsunuz, barışı sadece yaşayanlar arasında değil,
ölüler arasında da paylaştırmanız gerekir. Bu da, kapalı kapıların ardında
çizilebilecek bir daire değildir…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 2 Ocak 2013)