Yazdıkça Silinen Bir Yazı
Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
Sürekli bir şeyler yazıp sonra yazdıklarımı siliyorum. Çünkü
hâlâ dün gece gördüğüm rüyanın etkisindeyim. Rüyamda Berfo Ana’yla bir çukurun
başındaydık. Çukurun içi insan kemikleriyle doluydu. Sanki doğaüstü bir güç, dünyanın her yerinden gözaltında
kaybedilmiş insanların kemiklerini mıknatıs gibi bu çukura toplamıştı. Berfo
Ana da çukurun başında beni izliyordu. Sonra dikkatlice bakınca Berfo Ana’nın
yanında başlarını uzatıp çukura bakan başkalarını da gördüm. Herkes sessizce
çukura bakıyordu. Sonra aralarından birisi, sanki şeytandan bahseder gibi bir
hayaletten bahsetmeye, bu çukuru kazmakla hayaleti kızdırdığımızı anlatmaya
başladı. Tarif edilen hayalet 12 Eylül generaline benziyordu. Denilene göre hayalet
insanların arasında dolaşmayı seviyor, sık sık insanların bedenlerine de
giriyordu. Mahkemede, kışlada ya da karakolda o hayalete rastlayabilirmişiz.
Berfo Ana hariç, kalabalık o hayaletten çok korkuyordu. Bilinçaltlarına işlemiş
o korkunun, kazılan çukurla bir bağı vardı. Çukuru kazıp kemik buldukça,
kalabalığın da tedirginliği artıyordu. O hayaleti güçlendiren şeydi sessizlik,
gizli bir kabullenmişlik…
O çukurun içinde şöyle düşündüm ya da uyandıktan sonra öyle
düşündüğümü sandım: Kalabalığı, kalabalığın içindeki bu insanları
sessizleştiren şey kirlenmiş olmalarıydı, gizli suç ortaklığıydı. Kirliydiler,
susanlara tanık olmak ya da susmak dışında bir seçenekleri olmadığına
inandırılmışlardı o hayalet tarafından. Ve şimdi insan kemikleriyle dolu bu
çukura bakarken, gördükleri şey kendi suçluluk duygularından, kabahatlerinden
başka bir şey değildi. Hayaletin varlığını sürdürmesinin nedenlerinden biri de
buydu. Hayalet bir suçluluk duygusu yaşamıyordu ama, çünkü Berfo Ana’nın oğlu Cemil
Kırbayır gibiler onun gözünde zaten ölüydüler. Ölüler, yeniden
öldürülemezlerdi, yok edilirlerdi sadece. 12 Eylül cezaevlerinde yapılan şey de
buydu. Tıpkı toplama kamplarında olduğu gibi insanları numaralandırmak, onları
sürekli uygulanan şiddet ve insanlık dışı koşullarda tutarak, gerçekten de
insan değillermiş gibi göstermek. Terörist diye televizyonlarda insanların
nasıl teşhir edildiğini düşünün. Günlerce uykusuz bırakılmış ve işkencelerden
geçirilmiş insanları, üstleri başları dağınık, saç sakal birbirine karışmış,
kirli giysiler içinde teşhir ediyorlardı. Çoğu ayakta zor duruyor, zafer
işareti yapmak için kollarını dahi kaldırmakta güçlük çekiyorlardı. Ya da
utandıkları için yüzlerini gizliyormuş gibi arkaları dönük, başları eğik durmaya
zorluyorlardı. Bu sayede toplumun bilinçaltına hem korku tohumları ekiliyor,
hem de teşhir edilen o insanları insanlıktan çıkmış gibi göstermiş oluyorlardı.
Insanlıktan çıkarılmış ve kendisine saygısını yitirmiş birisine her şey
yapılabilirdi. İnsanların arasında, bazen bedenlerine de girerek dolaşan 12 Eylül
hayaleti, işte böyle yaratılmıştı. Nazilerin toplama kamplarında geliştirdikleri
tekniklerin tümünü, hatta daha da geliştirilmiş hâlini, ülkenin tamamı bir
toplama kampıymış gibi, seri katillere özgü bir acımasızlıkla uygulayarak.
Sadece teşhir ederek değil, o teşhiri izleyenlerin ruh hâlini de etkileyerek,
bozarak.
Uyandıktan sonra da kendimi kemiklerle dolu o çukurdaymış
gibi hissetmeye devam ettiğim için olsa gerek, sürekli bir şeyler yazıp sonra
da yazdıklarımı siliyorum. Gözümün önünden Berfo Ana’nın yüzü bir türlü
gitmiyor. Bir şey var o yüzde, anlayamadığım.
Berfo Ana, 33 yıl boyunca oğluna kavuşamayacağını bile bile
aramış olabilir miydi? Başbakan ona oğlunun kemiklerini bulma sözü verirken Berfo
Ana bulunmayacağını biliyor gibi bakıyordu Başbakan’ın yüzüne. Ya da Başbakan,
Hrant Dink’in katillerini bulacağız diye Rakel Dink’e söz verirken, Rakel Dink
de biliyordu sanki, katil olarak önüne sadece tetikçilerin getirileceğini, daha
derine gidilemeyeceğini. Cumartesi Anneleri de biliyor olmalıydılar çocuklarını
devletin bulamayacağını, gerçekten bulmak isteselerdi coplanıp biber gazı
sıkılır mıydı üzerlerine? Öyleyse niye bekliyorlar Galatasaray Lisesi’nin
önünde her cumartesi? Öyleyse Berfo Ana, neden oğlunu aramaktan vazgeçmedi 33
yıl? Öyleyse Rakel Dink, sevgilisini, çocuklarının babasını öldüren katillerin
peşini neden bırakmıyor bir türlü?
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 27 Şubat 2013)