Güzel Çaresizliğimiz
Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
Sonra gördük ki oylar da
çalınırmış, hep çalınırmış da yeterince umursanmazmış eskiden. Çocuklar ölünce
de umursanmazmış, ağaçlar kesilip AVM’ler yapılırken… Sonra değişmiş bir
şeyler, öyle birdenbire değişir gibi olsa da, seçimlerin gösterdiği gibi, can suyunun
kuruyan dallara, yapraklara ulaşması biraz vakit alıyormuş…
Olsun, geç de olsa oluyor ve
olacak ya bir şeyler. Yalnız, bu politikacılarla yürümezmiş artık işler.
Kariyerist, çıkar hesabı yapan bu sinsi tipler, bilmezlermiş çünkü siyaset
yapmayı, ama bilirlermiş caka satmayı, kayırmayı, demogoji yapmayı. Ağaçlara,
özgürlüğe, oylarına ve daha pek çok şeye sahip çıkan gençler, partilere,
sendikalara, sivil toplum örgütlerine de sahip çıkarlarsa eğer, gelecekten korkulmazmış
artık…
Gezi’yle birlikte uyanış başlamış, başka bir nesil
geliyormuş da onları anlamıyormuş kendileri dışında kimse. Bırakın,
anlamasınlar. Gezi’nin duvarlarını şiirleriyle süslediğiniz Edip Cansever demiş
ya “Ne çıkar siz bizi anlamasanız da / Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar / Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da. / Hiçbir şey!” Aynı şiirde tekrarlayıp durur ya şu
dizeyi Edip Cansever, sanki bir çaresizliği dile getirir gibi “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka / Ne
gelir elimizden insan olmaktan başka”…
Ama bildiğimiz bir çaresizlik
değilmiş bu, aksine çaresiymiş her şeyin, insan olmakla başlarmış her şey.
Biliyorum, çünkü konuştum dün gece Edip Cansever’le şiirleri arasında. Dedi ki
bana, bu güzel çaresizlik olmazsa, olmaz aşk, olmaz şiir, olmaz yaşamaya değer
bir şey… İnandım ben ona, şiire ve hayata inandığım için… Çünkü insan olmak,
hayata inanmakla ilgili bir şey, ne olursa olsun kuyruğu dik tutmakla…
Barikatların birinde görmüştüm,
bir genç kadın başından yaralanmıştı, kanıyordu... Dedi ki bana “Başka zaman
olsa bayılırdım. Kan görmeye dayanamam.” Kalmış aklımda o sahne, küçücük bir
kadındı ama sanırsın bir yumrukta devirecek Toma’yı, duracak dünya... Kendisini
çaresiz hissetmiyor muydu, hem de nasıl. Gizli gizli Berkin için ağladığına
eminim ama acımıyordu kendine, kan görünce artık bayılmadığı gibi. Zaten bir
süre sonra espriler yapıp gülmeye başlamıştı olup bitene.
Bu başka nesil, her şeyi
kutsallığından sıyırmayı iyi biliyormuş, hayata çıplak gözlerle bakmakla
ilgilendikleri için. İlerleme denilince şirketlerin ve devletlerin anladığından
başka bir şey anlıyorlarmış, özgürlük ve adalet denilince başka bir şey. Onlara
öğretilen sözcükleri başka türlü kullandıkları için, başka türlü düşünüyor,
başka türlü seviyor, başka hayaller kuruyorlarmış. Ama işte anlamıyormuş
onları, en anladık diyen teorisyenler bile, çünkü bu insanların kalıpların
dışına çıkmak gibi bir huyları varmış, şaşırtmayı seviyorlarmış. Ankara’da
oylarına sahip çıkarken, milliyetçi olduğunu söyleyen belediye başkanı için,
Kürtler, Müslümanlar, Kemalistler, devrimciler, sosyal demokratlar hep birlikte
“Mansur Yavaş Kurtuluşa Kadar Savaş” diye slogan atarak yürümüşler mesela... Normalde
olacak şey değil… Melih Gökçek, attığı tweet’ler, şehircilik ve estetik
anlayışıyla yaşadıkları travmaların sembolüne dönüşmüş artık zamanla. Ya da
Ceylanpınar’da BDP’nin yakılan oylarıyla yanıyormuş yürekleri… O birden havai
fişekler gibi patlayan espriler, travmalardan silkinmek için olmazsa olmazlarıymış,
can yakan acı ve hüzünden, içlerindeki boşluktan onları koruyan bir pelerin…
Gezi’den sonraki ilk
seçimde, çoğu ilk defa oy veriyor olsa bile, sandıklara nasıl sahip çıkılır,
nasıl tutanak tutulur her bir şeyin uzmanı olmuşlar, oy çuvallarına sarılıp
uyumuşlar, sabahlara kadar kayıp tutanakların izini sürmüşler sosyal medyada, çok
sevdiği kedisini kaybeden birinin telaşıyla... Yani artık bu başka bir şey,
başka bir zamanmış... Devlet ve de hükümet, siyasi düzen, bu zamanın gerisinde
kalmış…
İşte bu yüzden, Edip
Cansever’in Ahmet Abi’sine “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinde seslendiği gibi
“umudu dürt”üp, “umutsuzluğu yatıştır”mak düşüyor bize. Çünkü bu “dağılmış
pazar yerlerine” benzeyen memlekette, hayalsiz yaşadığımız için kanamış hep
mendillerimiz. Suyuna toğrağına benzediğimiz bu ülkenin kaderi, çekilen
acılarla değil, kurulan hayallerle yazılsın diye…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 2 Nisan 2014)