Üşüdük Uleyyyn!
Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
Solin’in annesine kavuştuğunu öğrenince, haberi Macit
Amca’ya ulaştırmak için bir koşu Balıkçılar Kahvesi’ne gittim. Ama Balıkçılar
Kahvesi’nde yoktu. Çaycı Osman, balığa çıktığını söyledi. Uzun zamandır balığa
çıkmıyordu Macit Amca, ihtiyar olduğu için çocukları denize açılmasını
yasaklamıştı. Denizin ortasında kalp krizi geçirmesinden, dengesini kaybedip
denize düşmesinden filan endişeleniyorlardı… Ben de teknesinin bağlı olduğu
yere gittim. Motoru çalıştırmış hareket etmek üzereydi ki, beni gördü Macit
Amca. “Evlat, hadi atla!” diye bağırdı. Hiç düşünmeden atlayıverdim tekneye…
Ben de özlemiştim denize açılmayı. Vapura binmek gibi değil, bir balıkçı
teknesine binmek. Motorun sesinden ve rüzgârdan birbirimizi duyamıyorduk önce. Uykusuzluğuma,
yorgunluğuma iyi gelmişti deniz havası. Solin, annesine de kavuşmuştu ya,
keyfime diyecek yoktu. Bir süre sonra durdurdu motoru Macit Amca. Heybeliada
taraflarında bir koya bakıyorduk. Tonoz atmamıştık ama, Macit Amca öyle bir
yerde durmuştu ki, akıntının uzağında kalmıştık.
“Niye durduk Macit Amca, burada balık olmaz ki?” dedim.
“Balık için açılmadım evlat” dedi, “burası benim kendimi dinlediğim,
saklandığım bir yer. İstanbul, çok uzaktaymış gibi gözüküyor buradan. Şehrin o
hiç uyumayan canlılığı yok burada. Uzun zamandır da açılmıyordum denize.
Çocuklarım istiyor ki, öyle kahvehane köşelerinde yaşayabildiğim kadar uzun
yaşayayım. Takmayacağım artık onların bu bencil isteklerini. İnsanın kendi
hakikatinden uzaklaşmasından daha kötüsü yok bu hayatta. Herkesin bir hakikati
var, ömrünce arayıp bulmaya çalıştığı. Benim hakikatim de bu işte. Denizden
kopamam ben, kıyısından bakmakla yetinemem. Evlat, olup biten bazen canımı öyle
sıkıyor ki, kahvehanede oturmak yerine zindanda olmak bile kendimi daha iyi
hissettirebilir diye düşündüğüm oluyor zaman zaman.”
Macit Amca’nın fena halde morali bozuk olmalıydı. Evde bile
oturamayan adam, zindanda olmaktan bahsediyordu. “Bir şey mi oldu Macit Amca?
Neden şimdi böyle şeyler söylüyorsun?” diye sordum. “Bugün, bana neyin
müjdesini vermek için koşarak geldiğine bir baksana” dedi. “Solin adlı hasta
küçük bir kızın, suçsuz yere 18 aydır cezaevinde tutuklu olan annesine
kavuşmasını haber vermek için, öyle değil mi? İşte böyle şeylere sevinir hâle
geldik. Pınar Selek, dördünce kere beraat etseydi, yıllar yılı süren kâbus gibi
bir davayı, çekilen çileleri unutmuş gibi sevinecektik, ama olmadı. Solin de
kavuşamayabilirdi annesine. Annesine kavuşamayan yüzlerce çocuk var, bir daha hiç
kavuşamayacak olanlar da…”
“Ne yaptın böyle Macit Amca, neler diyorsun? Seni hiç böyle
umutsuz görmemiştim.” “Umutsuzluktan değil evlat. Yıllar yılı bizi
kandırmalarından bıktım, bunaldım artık. Bu topraklarda yaşayan hiç kimsenin,
bir çocuğu anasından ayırmanın iyi bir şey olacağını düşüneceğini sanmam. Ama
çoğunluk, herkesin görebileceği apaçık şeyleri görme kabiliyetini hiçbir zaman
bulamadı bu topraklarda. Kadir İnanır, bir gazeteye çıkıp röportaj veriyor.
Söylediği her şeyin neredeyse tamamı doğru. Kadir İnanır’ın öyle Kadirizm filan
dediğine bakma, filozof filan değil elbette. Onun gördüğü bu şeyleri, herkes
rahatlıkla görebilir. Ama neden görmüyorlar biliyor musun? Ben senin kadar
okumuş etmiş biri değilim. Eminim sen, istersen bir sürü teorik açıklama
getirirsin bu duruma. Benim okumuşluğum Aziz Nesin’lerden, klasiklerden ibaret.
Aziz Nesin’in çoğunluk için aptal demesini hatırla. Sağcılık, eğer yoksulsan
gerçekten de aptallıktan başka bir şey değil. Ama niye sağcı bu insanlar? Çünkü
korkuyorlar. Bu öyle bir korku ki, önlerinde duran apaçık gerçekliği bile
göremeyecek hâle getirmiş onları. Korkuyorlar, çünkü hayaletlerle yaşıyorlar. Büyük
kıyımlar görmüş bu topraklar, sürgünler, savaşlar, katliamlar. Böyle devam
ederse, daha beterlerini de göreceğiz. Solin büyüyünce, annesinin 18 ay neden
hapse atıldığını merak etmeyecek mi? Minnet mi duyacak serbest bırakanlara, 18
ay sonra annesine kavuştuğu için? İşte, Solin minnet duyarsa sağcı, minnet
duymazsa solcu olacak. Geçen hafta devrimden bahsetmiştin yazında. Tolstoy,
devrimin olması için toplumsal yaşamın üzerinde yükseldiği dünya görüşünü
aşması gerektiğini söyler. Onu hatırladım yazını okurken. Yani, mevcut yaşam
ile olması gereken, olması mümkün yaşam arasında bir tezat oluşmalı ki,
insanların büyük çoğunluğu var olan koşullar altında yaşamanın olanaksız
olduğunu düşünüp devrim yapsın. Cumhuriyet’in kuruluşuna böyle bakabilir miyiz?
Cumhuriyet, bir devrimle mi kuruldu? Yoksa koşulların neticesinde, iktidar
savaşlarıyla tepeden mi indi? Şimdi o koşullar var mı? Aslında, sanıldığı kadar
da uzak değil evlat. Var olan yapı, eski bir ceket gibi her tarafından
patlıyor. Ama bu topraklarda herkesin ruhuna işlemiş o korku aşılmadan, devrimler
değil, sadece felaketler bekler bizi.”
Güneş batmış, hava da iyice soğumuştu. Balıkçılar Kahvesi’ne
dönüp sıcak çaylarımızı yudumlayarak sohbetimize devam etmenin iyi olacağını
düşündük. Macit Amca motoru çalıştırırken, Kadir İnanır’ı taklit ederek ufka
doğru “Üşüdük uleyyyn!” diye bağırınca, kahkahayı da koyverdik tabii… Macit
Amca’ya bir haller olmuştu… Hadi hayırlısı…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 13 Şubat 2013)