‘Hayalet Kadın’ın Gözleri
Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
Bugün 1 Mayıs’a gitmek için evden çıkacağım. Alana doğru
yürürken, Haymarket’te polis kurşunlarıyla ölen işçileri, idam edilen
Chicago’lu anarşistleri, bu topraklarda 1 Mayıs alanlarında kurşunlanmış işçileri,
devrimcileri düşüneceğim. Sonra alana gideceğim, rengârenk pankartların,
mücadele etmekten bahseden sloganların arasına karışacağım. Bazı yerlerde
çatışmalar olacak, bazı yerlerde bayram gibi kutlanacak…
Sonra, onu göreceğim kalabalığın içinde: Bir hayalet. 1990’dan
beri her 1 Mayıs, o hayaletle karşılaşıyorum. Periler, üç kulaklı kediler gibi
doğa üstü varlıklarla karşılaşmışlığım çok, hatta zaman zaman bu köşeye de
konuk olur onlar. Ama bu hayalet başka. Bir kadın… Uzun simsiyah saçları,
kırmızı elbisesiyle, hayalet olmasa herkesin fark edeceği güzellikte bir kadın.
Yüzünü bir türlü göremediğim kadın... Ne zaman gözlerine bakmaya çalışsam
saçlarını önüne savurup kayboluyor. Bu defa onun gözlerini görebilmeyi hayal
ediyorum.
Onun gözlerini görebilirsem eğer, sonraki 1 Mayısları da o
gözlerden görme şansım olacak. Ölümlü bir varlık olarak, bu hayatta en çok
görmek istediğim şey, yüzyıllar boyunca sadece bugünü, 1 Mayısları görebilmek…
Tıpkı o hayalet gibi, sadece 1 Mayıslarda görünüp kaybolmayı çok isterdim. Bana
sadece bugünü verin, sonsuza kadar o meydanda dönüp durayım, bir hayalet gibi…
1 Mayıslardan birisinde, biber gazından nefesim kesilmiş,
kendimi bir ara sokağa atmıştım. Sokakta benden başka kimse yoktu, sanki şehre
ait olmayan bir sokak gibi fazlasıyla aydınlık bir sokaktı. Yanımda birden o
hayalet belirmişti. Elimden tuttuğunu hatırlıyorum. “Vazgeçme. Ölümlü bir
varlık olarak görmek istediğin günü görme şansın çok az, belki de yok. Ama
vazgeçme. Hayal kurmaktan, kendi arzularının peşinde koşmaktan, başkalarının
acısını kendi acınmış gibi hissetmeye çalışmaktan vazgeçme... Baskı ve korkunun
ruhunu bedeninden ayırıp başkasının insafına terk etmesine izin verme... Bir
bedenin var ve o beden ancak kendi oluşturduğun fikirlerle hayat bulur.”
Aslında sadece elimi tutmuş ve hiçbir şey söylememiş de
olabilirdi. Bir hayalet olarak elimi tutup tutmadığından bile emin değilim,
belki de sadece bir histi. Aslında o hayalet kadın, Breton’un uğruna roman
yazdığı Nadja da olabilir. “Kimim ben?” diye sorarak romanına başlayan Breton,
“hayalet”in kafasındaki temsili imgesi için “benim için her şeyden önce ebedi olabilecek bir iç sıkıntısının, bir
acının yetkin imgesiyle eşdeğerdedir” diye yazar.
Onunla nasıl mı karşılaştım? 1990’da Taksim’e çıkabilmek
için Beyoğlu’nda Çağ Otel adlı bir otelde kalmıştım. O yıl, İTÜ’de öğrenci olan
Gülay Beceren’i kurşunlamıştı polisler, felç olmuştu. Panzerler, helikopterler,
kurt köpekleri… Otelde kalma nedenim, polisin her yeri tutma ihtimaline karşı
önlem almaktı. O geceyi, bu köşede yazdığım 25 Nisan 2012’ye ait “Aksi
İstikamet” adlı yazımda şöyle anlatmışım: “O gece yanımda Oriana Fallaci’nin
‘Bir İnsan’ adlı romanı vardı, bir Yunan anarşisti olan Alexandros Panagulis’i
anlatan. Sabaha kadar o romanı okumuştum. Sadece tek bir yatak ve komodinin
sığdığı küçücük bir odaydı ve çatı katında olduğu için pencereden Beyoğlu’nun o
hüzünlü damları gözüküyordu. Alekos’la kafa kafaya verip Taksim’e nasıl
çıkacağımı planlamıştım o çocuk hâlimle. Alekos’la öyle planlar yapmıştım ki,
bırakın Taksim’e çıkmayı, neredeyse devrim yapacaktım bir romanla. Sabah olup o
otelden adımımı atar atmaz, polisler sarmıştı etrafımı. Çocuktum daha ve
okuduğum kitapların gerçekliğine, hayatın gerçekliğinden daha çok inanıyordum.
Alekos’un verdiği akılla polisleri atlatıp Taksim’e çıkamasaydım eğer, o sabah
okuduğum kitaplara ve kurduğum hayallere duyduğum inancı tamamen yitirecektim
belki de...”
İşte o gece, beni polislerin elinden kurtaran sadece Alekos
değildi. Tam sokağın başında birden beliren o “Hayalet Kadın”dı. Onu takip
ederek, onun gibi görünmez olmuştum sanki, Taksim Meydanı’na yürürken. Şimdi
düşünüyorum da ona Nadja demeliyim belki de... Tıpkı Breton’un Nadja’yı tarif
ettiği gibi bir kadındı çünkü: “Ötekilerin aksine başı dimdik yürüyordu.
Öylesine ince, çıtkırıldımdı ki ayakları yere basıyor mu basmıyor mu belli
değildi.” Ama Breton şanslıydı, o kadının yüzünü görmeyi başarmıştı. Yüzündeki
belli belirsiz bir gülümsemeden bahsediyordu romanında. Breton’un gördüğü
kadının sarışın olması, kafamı kurcalıyor sadece. Belki de onun için acının
temsili imgesi sarışındı, benimkisi esmer… O hayaleti her gören, kendi
kafasındaki temsili acı imgesini görüyordur belki de. Kadınlar için de bir
erkektir belki o kadın, esmer ya da sarışın…
Aslında “Hayalet Kadın”ın gözlerine bakmayan, gözlerine
bakmaktan korkan benim belki de… O gözlerde, iş cinayetlerinde ölen ve ölecek
olan işçileri, baskıyı, haksızlıkları ve işkenceyi göreceğimden korkuyordumdur.
Bilmek ve görmek aynı şeyler değil. Bana bir defasında şöyle bir şey demiş
olabileceğini hatırlıyorum “Hayalet Kadın”ın: “İnsanlar insana, en fazla aklın
kılavuzluğunda yaşadıkları sürece yararlı olurlar.” Bahsettiği aklın, bize
dayatılan akılla bir ilgisi yok. İnsanın kendi yararına olan şeyi, başkaları
için de istemesini sağlayacak bir akıldan bahsediyordu. Zor bir akıldan… 1 Mayıs
1976’da öldürülen ve “Bir İnsan” adlı romanın da kahramanı olan Alekos’un
bahsettiği akıldan: “Bağnaz düşünceler, üniformalar, doktirinler tarafından
öğütülmeyin, size emredenlere, vaatlerde bulunanlara, size korku salanlara, bir
efendiyi başka bir efendiyle değiştirmek isteyenlere kanmayın. Yalvarıyorum
sürüleşmeyin, başkalarının suç şemsiyesi altında dolaşmayın, beyninizi düşünmek
için kullanın, savaşım verin. Herkesin kendine özgü bir kişi olduğunu, her
özgürlüğün çekirdeği olan ‘ben’ kavramını savunun. Özgürlüğe sahip çıkmak bir
görevdir. Hak olmaktan çok bir görevdir!”
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 1 Mayıs 2013)