Bıçakla Dikilmez Umut

Posted: 12 Nisan 2014 Cumartesi by bülent usta in
0

Huzur ve istikrar dışında başka söyleyebilecek şeyleri yoktu. Diğer söyledikleri de, yeterince sabır gösterilir ve boyun eğilirse, güzel günler görüleceğine dair sözlerden ibaretti. Ağızlarından düşürmedikleri bu “huzur” ve “istikrar” sözcüklerinde, bizim anlamadığımız “büyülü” bir şeyler olmalıydı mutlaka. On binlerce kişi işkencelerden geçer, yolsuzluklar, hukuksuzluklar, insanlar arasında dayanışma duygusunu yok eden toplumsal bir çözülme ya da Yaşar Kemal’in dediği gibi derin bir çürüme yaşanırken, Kenan Evren huzur ve istikrarın öneminden bahsederdi uzun uzun. Çürümüş, kanla sıvanmış, pis bir huzur...

Carlos Fuentes’in sinema oyuncusu Jean Seberg’le yaşadığı aşkı anlatan “Diana” adlı romanını okuyarak, biraz gündemin dışına çıkmak istemiştim. Ama diktatörlerin sevdiği o büyülü sözcüklere, 1968’in Meksika’sında Başbakanı olan Gustavo Diaz Ordaz’ın ağzından duyunca, tüylerim diken diken oldu yine. “Huzur” ve “istikrar” için, Tlatelolco Meydanı’nda olimpiyatlara fazla bütçe ayrıldı diye hükümeti protesto eden üniversite öğrencilerinin üzerine ateş açılması emrini vermişti. Fuentes, eşinin gözünden anlatıyordu katliamın nasıl yaşandığını, onlarca ölü olmasına rağmen gazetelerin sanki küçük bir çatışma yaşanmış gibi haber yaptıklarını. Öğrenciler sağa sola “Çocuklarınızı öldürüyorlar!” diye koşturuyorlardı, gökyüzünde Hükümet helikopterleri dolaşırken. Ama bu tanıklığın en önemli yanı, romanda Fuentes’in eşini temsil eden Luisa adlı karakterin söylediği şu sözlerdi: “Ayrıca herkes, her geçen gün daha çok korkuyor, yalnızca şiddet olaylarından değil, olayların gerisindekilerden. Bu yüzden, birtakım gizli çıkarlara hizmet etmemek için kimseye yardım etmiyorlar...”

Luisa, bu sözleriyle “tehlike söylemleri”nden bahsediyordu aslında. “Huzur” ve “istikrar” sözcüklerini diktatörler için büyülü yapan da bu söylemlerdi. 12 Eylül’de de işe yaramıştı “tehlike söylemleri”. Siyasi tutukluları, saç baş dağınık, işkenceden halsiz düşmüş bir halde gazetelere, televizyonlara çıkarır, özel hayatlarına dair uydurma haberler, asılsız iddialarla cinselliğin ve suçun iç içe geçtiği müstehcen bir imaj yaratmaya çalışırlardı durmaksızın. Dağdaki kadın gerillalar için neler yazıldığı,  yakın tarihimize ait gazetelerde mevcut. Aynı “tehlike söylemleri”, Gezi için de üretilmiş, camide seksten içki ve uyuşturucuya, türbanlı kadına saldırmaya kadar, ispatlanamamış bir dizi yalan ve iftira, en yetkili ağızlardan gazetelere ve televizyonlara servis edilmişti, Gezi’yi toplumun bilinçaltına “tehlike” olarak kodlayabilmek için. Aynı zamanda, Faiz Lobisi gibi insanların şüpheye düşmelerini sağlayacak birtakım hayali karanlık odaklarla ilgili komplo teorileri de boca edilmişti, yine gazete ve televizyonlardan. Bir yandan da önümüze gencecik insanların cansız bedenlerini dizerek, gözaltına alınan kadınları çıplak aramaya tabi tutarak, açılan soruşturmalar ve davalarla içine Gezi Ruhu kaçanları, hukuk kazanının içine atarak umutsuzluğu örgütlemeye çalışıyorlar. Her şey, Luisa’nın dediği gibi, insanlarda “gizli çıkarlara” hizmet ettiklerine dair bir endişe yaratmak ve onların eskisi gibi kabuklarına çekilip “huzur” ve “istikrar” dilemelerini sağlamak için.

“Tehlike söylemleri”, henüz başarıya ulaşmış değil, ama bir kere dolaşıma girince, hukuk, ekonomi, medya aktörlerinin yaratacağı gürültünün de yardımıyla, etkisini göstermesini umut ediyorlar. Ama çok da umutlu olamadıkları için, göz boyamaya, azıcık da olsa gönül alma kaygısıyla “demokrasi paketi”yle vakit kazanmaya çalışıyorlar. Eğer bu söylemler tutar ve çoğunluk “huzur” ve “istikrar”la büyülenirse, siz o zaman görün cadı avını. Birlikteyken baş edemediği gücü, “huzur” ve “istikrar”ın arkasına saklanarak teker teker, azar azar yok edecek ya da kontrol edilebilir hâle getirmeye çalışacaklar. Bu hep böyle oldu, Meksika’da da...


Gezi sonrası süreci belirleyecek olan da, “tehlike söylemleri”yle ne derece mücadele edileceği aslında. Şiddet dozununun artmasına yardımcı olacak çıkışların Gezi’de yaratılan uzlaşma atmosferini dağıtma tehlikesi, örgütlü olmayanların sokağa çıkma konusunda tereddütler yaşamasıyla sonuçlanabilir. Hayatı savunmanın, umutsuzluğun neden olduğu intikam çağrılarıyla değil, umudu diri tutan adalet ve özgürlük çağrılarıyla mümkün olabileceğini, unutmamalı hiçbir zaman. Fuentes’in de dediği gibi, bizim ülkemiz bıçak darbeleriyle dikilen, ölümden arta kalanlarca yaşatılan bir yer oldu hep, artık olmamalı...

Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 2 Ekim 2013)

0 yorum: