1 MAYIS’IN DERİNLİKLERİNDE...

Posted: 16 Haziran 2008 Pazartesi by bülent usta in
0

Üç kulaklı bir kedi olan İvam’la 1 Mayıs’ın derinliklerinde dolaşıyorduk. Karşımıza romanlar, şiirler, filmler çıkıyordu. Yaşanan sürece bakıp hem acı çekiyor, hem de bugünün anlam ve önemiyle coşkuya kapılıp neşeleniyorduk. Atılan sloganlar, rengârenk pankartlar sarıyordu etrafımızı. Sonra atılan bombalar, coplanan kalabalıklar çıkıyordu bir anda karşımıza...

“1 Mayıs işçi bayramı mı” diye sordu şaşkınlıkla üç kulaklı bir kedi olan İvam. “Bayramsa, neden insanlar öldürülmüştü önceki yıllarda. Bayramsa, bunca gaz bombası ne diye atılıyordu kitlelerin üzerine. Neden copla bayıltana kadar, kafa göz yara yara dövülüyordu işçiler meydanlarda? Neden korkuyordu egemenler bu bayramdan? Neden işçiler rahat bırakılmıyordu bir türlü?”

“Yıllar evvel Ankara Kızılay’da bir nümayiş (gösteri) düzenlenmişti İvam. O günün akşamı haber bültenlerinde kırılan camların hesabı tutularak, nümayişin belediyeye maaliyetinin 86 bin YTL olduğu söylenmiş, nümayişçilerden serserilermiş gibi bahsedilmişti. Yine aynı haber bülteninde milyon dolarlık dolandırıcılıkla ilgili olarak bir işadamı hakkında bilgi veriliyordu ama bu defa o işadamı neredeyse mağdur birisiymiş gibi anlatılmıştı uzun uzun. Benzer bir şeyi, 1 Mayıs’ın tatil edilmesi konusunda da yaşadık. Hükümetin bir günlük tatile çıkarttığı fatura, sözkonusu işçiler olunca epey kabartılmış, katrilyonlara kadar varmıştı.”

İvam acı acı güldü, ben bunları söyleyince. “Hem emekçilerin haklarını gaspet, hem uluslararası meşruluğu ve önemi tartışılmayan 1 Mayıs’ta onları gaz bombalarıyla, coplarla karşıla, hem de bir de üstüne üstlük hakaretlerle, tehditlerle kutla bayramlarını. Sonra da demokratlıktan filan bahset. Bence onlar da farkında bu yaman çelişkinin. Peki gerçekte korktukları şey ne? İşçilerin can güvenliği için mi endişeleniyorlar gerçekten?”
“İvam, öyle bir endişeleri varsa, Tuzla’da işçiler ölürken neredeydiniz diye sormazlar mı onlara? Bir bayram alanında gaz bombaları, panzerler ne arıyor öyleyse? Korktukları şey ne? Elias Canetti’nin, Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan ‘Kitle ve İktidar’ adlı kitabını okumuştum. Özelliklerine göre ‘kapalı’ ve ‘açık’diye iki farklı kitle tanımından bahsediyordu kitapta Canetti. Açık kitleler bir kere büyümeye başlarsa önüne geçen her şeyi içine alarak büyüme, yayılma, iktidarları söküme uğratma, nesneler dahil özneleri kaynayan bir kazan görünümündeki bir alanda (ya da bir alanlar toplamında) toplayıp dönüştürebilirmiş. Canetti’ye sorsak, bu yüzden korkuyorlar derdi bize. Ezilenlerin özgüveninin güçlenmesinden, bir suçluymuş gibi, önemsiz insanlarmış gibi yaşamaktan bir araya gelerek kurtulabileceklerinden... Peki bu kadar kolay mı gerçekten dönüşmek, dönüştürmek...”

“İktidarlar, nümayişlerden bu kadar çok korkuyorsa, bir bildikleri var gibi geliyor bana. Eğer işçiler, ezilenler meydanlara çıkmayı bir alışkanlık haline getirir, en az iktidarlar kadar nümayişleri ciddiye alırlarsa, durum onlar için korkutucu olabilir gerçekten. Yoksa üç-beş liseli gencin basın bildirisi okumasına bile tahammül edemeyip, tekme-tokat gözaltına almazlardı onları. Bir bildikleri var ve ezilenler onların bildiği şeylerin yeterince farkında değilmiş gibi geliyor bana. Farkında olurlarsa, nümayişleri daha örgütlü, daha yaratıcı, daha şenlikli ve daha etkili kılabilirler ve iktidarların korkusu daha bir artar bence.”

“İvam, nümayişlerimizin yeterince etkili olamamasının pek çok nedeni var senin de bildiğin gibi. Türkiye’de nümayiş kültürü askeri darbeler, uzun yıllar süren soğuk ve kirli savaş süreçlerinin etkisiyle sakat bırakılmaya çalışıldı hep. Bir nümayişe katılmanın Türkiye gibi bir ülkede her zaman tehlike arz eder bir hale getirildiğini düşünürsek, bu durumun kimlerin işine yaradığını ve neyin amaçlandığını da daha iyi görebiliriz. Nümayiş tarihimize şöyle bir bakınca bile, insanın yüreği kabarıyor. Yürüyüş yapan öğrencilerin üzerine bomba atmaktan, 1 Mayıs’ta on binlerce işçinin üzerine rasgele ateş açmaya kadar, Türkiye’de nümayişleri engellemek için hemen hemen her tür yöntem denenmiş bugüne kadar. Aslında engellenmek istenen nümayişler değil de, ezilenlerin kurtuluş umudu ve direnciymiş gibi geliyor bana. Ama her tür zorbalığa ve baskıya rağmen, yine de her 1 Mayıs özgürlük ve eşitlik için yürüdü insanlar. Yürüdükleri yer sadece bir sokak ya da cadde de olmadı hiçbir zaman. Onlar, bir tarihin içinde yürüdüler ve yarın 1 Mayıs’ta yürüyüşlerine kaldıkları yerden devam edecekler.”

İvam’la sohbetimiz uzadıkça uzadı. Öyle ki bir ara İvam, 1886’da Luizvil’de gerçekleşen grevden, çalışma koşullarının ağırlığı ve çalışma saatlerinin yüksekliğinden dolayı ölen ve sakat kalan arkadaşları için 1 Mayıs günü meydanlara dökülen işçilerden bile bahsetmeye başladı. O yıllarda ABD’de yoğun bir biçimde yaşanan ırkçılığa rağmen, siyah ve beyaz ırktan işçilerin ilk defa yürüdüğü o büyük günü, öyle güzel anlatıyordu ki, beni de kendisi gibi coşturmayı başarmıştı. Ezilenlerin ırkının, dininin, dilinin, boğazlarından geçen ekmek gibi ortak olduğunu düşünen; ırkçılığın, dinciliğin ve benzeri ayrımların onları sadece bölmeye, korkutmaya, sindirmeye, oyalamaya yaradığını fark edişlerinden; güçlerini birleştirmedikleri sürece, yoksulluğu ve sefaleti bir kadermiş gibi yaşamak zorunda kalacaklarını bilen o işçilerden bahsederken, tüm acılara rağmen, tarihin derinliklerinden bugüne kadar taşınan umudun sahiciliğini daha iyi gördüm. 1 Mayıs’ın derinliklerinde büyüyen umudu...

Bülent Usta (Birgün, 30 nisan 2008)

0 yorum: