PUSULA HAYAL GÜCÜ

Posted: 16 Haziran 2008 Pazartesi by bülent usta in
0

Yakınlarda 'Altın Pusula' adlı bir filme gittim. Nicole Kidman'ın oyunculuğu ve birkaç parlak fikir dışında sönük ama yine de eğlenceli bir filmdi benim için. Filmi izlerken, 'Yüzüklerin Efendisi' tarzı fantastik filmlerdeki artışın, aslında yine içinde fantastik öğeler de barındıran korku filmlerinin sinema salonlarını geçmişe göre daha fazla doldurmasının nedenleri üzerine düşündüm biraz. Bu artış, bazı eleştirmenlerin de dile getirdiği gibi elbette bir tesadüf olamaz. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra, bu tür filmlere büyük bir ilgi oluştuğu ve insanların çok farkında olmasalar da bilinçaltlarında derin endişe ve korkular yaşadıkları için, gerçeklikten bir süre uzaklaşmak ya da bastırdıkları korkularıyla güvenli ve rahat sinema koltuklarında yüzleşerek rahatlamaya çalıştıkları bile söylenebilir, yaşanan bu artışa bakarak. ABD'de bir uçağa binen sıradan bir Arap yolcu bile, diğer yolcuların kâbusu haline gelip uçuşlar iptal edilebiliyorsa, tıpkı Vietnam sendromu gibi 11 Eylül Sendromu'ndan da bahsedebiliriz galiba.

Hadi, ABD'lilerin yaşadığı şey bir travma. Peki ya Irak'ta ya da Filistin'de yaşananlara ne demeliyiz? Oralarda yaşayan insanlar için her gün 11 Eylül değil mi? Binlerce 11 Eylül... Tüm çocuklar neredeyse 11 Eylül'de doğup, 11 Eylül'de ölüyor. Peki onlar, Batılılara göre daha mı dayanıklı, yıllardır bir şiddet ortamı içinde yaşadıkları için, tüm sendromlara karşı bağışıklık mı geliştirdiler?

Sanırım, insanların endişe ve korkuları da sahip oldukları şeylerle orantılı. Kaybedecek şeyi fazla olanlar, daha endişeli her zaman. Zenginler arasında gerçekleşen intihar oranının, yoksullara göre daha fazla olduğunu okumuştum bir yerde. Sayısal olarak yoksullarda intihar vakası daha çok elbette, yoksulların sayısal üstünlüğünden dolayı. Ama gruplar, kendi içlerinde değerlendirildiğinde, zengin ve eğitimli olanlarda oran yükseliyor. Çünkü zengin ve eğitimli olanların hem kaybedecek daha fazla şeyleri var, hem de farkındalıkları daha fazla. Ama hiçbir ABD'li, kolay kolay canlı bomba da olmaz. Arada bir kolej basıp sıradan insanları öldüren ve sonra da intihar eden canileri saymazsak... Hatta ABD ordusu, işgal ettikleri topraklarda yüzlerce canlı bomba olayıyla karşılaşınca, o kadar şaşırmışlar ki antropolog ve psikologlardan Ortadoğulu insanların nasıl canlı bombaya dönüştüğünü araştırmalarını istemişler.

Adli antropoloji üzerine çalışmalar yürüttüğüm zamanlarda, ABD'lilerin kolay kolay silahı şakağına dayayarak intihar etmediklerini, daha çok namluyu ağızlarına sokarak tetiği çektiklerini öğrenmiştim. Türkiye'de ise intihar edecek olanlar namluyu her zaman şakağa dayarmış. Aradaki fark, tamamen kültürel... Ama şu kesin: Şakağa sıkılan kurşun öldürmeyebilir; ancak diğer yöntemde ölüm kaçınılmaz...

Altın Pusula filminde elbette intiharlar, 11 Eylül filan yok. Küçük bir kızın, iyi tarafta olan amcasıyla birlikte kötülere karşı olan savaşımını anlatıyor film. Philip Pullman'ın benim de çok severek okuduğum romanından uyarlanmış sinemaya. Ama İthaki Yayınları tarafından yayınlanan romanı, filminden kesinlikle daha başarılı. Kiliseler, filmin ateizm propagandası yaptığını, bireyciliği yücelttiğini filan iddia ederek ayaklanmış. Ayrıca çok pahalı bir bütçeyle çekilmiş film. Bunlar, beni ilgilendirmiyor. Bir şeyin lanetlenmesi bile, o şeyin reklamı için faydalı bir şey bugün. Tamam, filmde din adamları, dini bahane ederek insanlar üzerinde baskı kuruyor, kendi iktidarlarını korumak için her tür dalevereyi ve kötülüğü yapmaktan geri durmuyorlar. Ama bunun çoğu zaman böyle olduğunu tarih kitapları yazmıyor mu? 'Da Vinci Şifresi' ya da Umberto Eco'nun sinemaya da uyarlanan romanı 'Gülün Adı'nda olduğu gibi popüler de olmuş onlarca film ve yüzlerce romanda, bu konu tüm ayrıntılarıyla işlenmemiş miydi? İşin içine iktidar ve güç mücadelesi girince, iyi ve kötünün iktidara ve güce hizmet edip etmemesine göre yeniden tanımlandığını biliyoruz. Hatta Türkiye'de de din ve iktidar savaşlarının hangi boyutlarda yaşandığı da ortada. İyi ve kötünün ne olduğunun tanımı da, sürekli olarak bu topraklarda değişip duruyor. İsrail, Filistin topraklarına bomba yağdırınca lanet okuyanlar, bir gün sonra İsrail kadar olamıyoruz diyerek birilerine kızabiliyor örneğin.

Aslında Altın Pusula ile birlikte düşündüğüm şeylerden birisi de fantastik, bilimkurgu ve polisiye gibi türlerde, roman ve sinema açısından yerli üretimlerimizin azlığına dairdi. Evet, daha çok edebiyat alanında güzel örneklerle karşılaşabiliyoruz, ama sinemamız bu alanda oldukça zayıf. ABD'nin ünlü sinema okullarından UCLA'da eğitim gören bir arkadaşımla konuşuyordum. ABD'nin fantastik ve bilimkurgu sineması yönünden zenginliğini, ABD'nin kültürel tarihinin Avrupa'ya göre yeniliğine bağlamıştı. "Avrupa'nın her yeri tıklım tıklım dolu, boş bir alan yok" demişti. Ama ABD'de daha önceki uygarlıklar kökünden temizlendiği için, ortada bomboş bir alan açılmış ve ABD'li sinemacılar, bu boş alanı hayal güçleriyle doldurmaya başlamışlar.

Acaba bu topraklarda zaten çok yeni olan roman ve sinemamız için de böyle bir handikaptan söz edilebilir mi? Yoksa hayal gücümüzü zayıflatan, hatta yok eden eğitim sistemimiz, ön yargılarımız, bilimden ve sanattan yeterince nasiplenememek mi böyle bir etki de bulunuyor. Peki ya, arada bir rastladığımız, bu alanlarda başarılı roman örneklerine ne demeli?

Bizim de bu alanlarda güçlü olabilmemiz için, elbette boş alanlar açmamız gerekmiyor. Hatta sahip olduğumuz kültürel zenginlikler, bilimkurgu ve fantastik eserler üretmemiz için büyük imkânlar da sunabilir bize ki öyle örnekler de var. Ama o kültürel zenginlikleri, farklı bir dil ve perspektifle işleyecek kafalara ihtiyaç var öncelikle. Onların da şimdi harıl harıl düşünüp yeni projeler geliştirdiklerini, Altın Pusula da neymiş, biz daha iyisi yaparız dediklerini de öğreniyorum, üç kulaklı dünya dışı bir kedi olan İvam'dan. O her şeyi duyabiliyor, üçüncü kulağıyla...

Bülent Usta (Birgün, 26 Aralık 2007)

0 yorum: